| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 3 | 1 | to cost | mal olmak | | |
| ↑↑↑ | 2 | one | bir | The bread costs one dollar. | Ekmeğin fiyatı bir dolardır. |
| ↑↑↑ | 3 | three | üç | A cup of coffee costs three dollars. | Bir fincan kahvenin fiyatı üç dolardır. |
| ↑↑↑ | 4 | five | beş | A magazine costs five dollars. | Bir derginin fiyatı beş dolardır. |
| ↑↑↑ | 5 | ten | on | Soup costs ten dollars. | Çorbanın fiyatı on dolardır. |
| ↑↑↑ | 6 | an apple | bir elma | I eat three apples. | Üç elma yerim. |
| ↑↑↑ | 7 | a glass | bir bardak | | |
| ↑↑↑ | 8 | two | iki | A man drinks two cups of water. | Adam iki fincan su içer. |
| ↑↑↑ | 9 | four | dört | We buy four English books. | Dört İngilizce kitap alırız. |
| ↑↑↑ | 10 | seven | yedi | They eat seven apples. | Yedi elma yerler. |
| ↑↑↑ | 11 | family | aile | We are a family of four. | Dört kişilik bir aileyiz. |
| ↑↑↑ | 12 | father | baba | This is my father. | Bu benim babam. |
| ↑↑↑ | 13 | mother | anne | This is my mother. | Bu benim annem. |
| ↑↑↑ | 14 | son | erkek çocuk /oğul | That is your son. | O senin oğlun. |
| ↑↑↑ | 15 | daughter | kız çocuk /kız | That is your daughter. | O senin kızın. |
| ↑↑↑ | 16 | older sister | abla | She is his older sister. | Onun ablası. |
| ↑↑↑ | 17 | older brother | ağabey /abi | He is her older brother. | Onun abisi. |
| ↑↑↑ | 18 | younger sister | kız kardeş | I have two younger sisters. | İki kız kardeşim var. |
| ↑↑↑ | 19 | younger brother | erkek kardeş | You have one younger brother. | Bir erkek kardeşin var. |
| ↑↑↑ | 20 | sibling | kardeş | They are my siblings. | Onlar benim kardeşlerim. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 4 | 1 | eleven | on bir | This girl is eleven years old. | Kız on bir yaşında. |
| ↑↑↑ | 2 | twelve | on iki | This boy is twelve years old. | Oğlan on iki yaşında. |
| ↑↑↑ | 3 | twenty | yirmi | He is 20 years old. | 20 (yirmi) yaşında. |
| ↑↑↑ | 4 | thirty | otuz | She is 30 years old. | 30 (otuz) yaşında. |
| ↑↑↑ | 5 | fifty | elli | My mother is 50 years old. | Annem elli (50) yaşında. |
| ↑↑↑ | 6 | to live | yaşamak | I live in building 8. | 8 numaralı binada oturuyorum. |
| ↑↑↑ | 7 | floor | kat | He lives on the third floor. | Üçüncü katta oturuyor. |
| ↑↑↑ | 8 | thirteen | on üç | That girl lives in room number 13. | O kız 13 (on üç) numaralı odada oturuyor. |
| ↑↑↑ | 9 | fourteen | on dört | That man lives on the 14th floor. | O adam 14üncü (on dördüncü) katta oturuyor. |
| ↑↑↑ | 10 | fifteen | on beş | That building has 15 floors. | Bu bina 15 (on beş) katlı. |
| ↑↑↑ | 11 | house number | ev numarası | She lives in house number 10. | 10 numaralı evde oturuyor. |
| ↑↑↑ | 12 | to weigh | gelmek (ağırlık) | I weigh 41 kilograms. | Ben 41 kilogram geliyorum. |
| ↑↑↑ | 13 | kilogram | kilo | My father weighs 85 kilograms. | Babam 85 kilogram geliyor. |
| ↑↑↑ | 14 | tall | uzun | I am 158 centimeters tall. | Benim boyum 158 santimetre. |
| ↑↑↑ | 15 | centimeter | santimetre | That woman is 180 centimeters tall. | O kadının boyu 180 santimetre. |
| ↑↑↑ | 16 | hundred | yüz | This girl is 100 centimeters tall. | Bu kızın boyu 100 santimetre. |
| ↑↑↑ | 17 | student | öğrenci | A student reads a book. | Öğrenci kitap okur. |
| ↑↑↑ | 18 | a thousand | bin | One thousand students learn Chinese. | Bin öğrenci Çince öğreniyor. |
| ↑↑↑ | 19 | ten thousand | on bin | He has fifty thousand dollars. | Onun elli bin doları var. |
| ↑↑↑ | 20 | a hundred thousand | yüz bin | A hundred thousand people live here. | Burada yüz bin kişi yaşıyor. |
| ↑↑↑ | 21 | a million | bir milyon | Eighty million people live in Germany. | Almanya'da seksen milyon kişi yaşıyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 5 | 1 | song | şarkı | Japanese song. | Japonca şarkı. |
| ↑↑↑ | 2 | to listen | dinlemek | I listen to a Chinese song. | Çince bir şarkı dinliyorum. |
| ↑↑↑ | 3 | to sing | şarkı söylemek | He sings an English song. | İngilizce bir şarkı söylüyor. |
| ↑↑↑ | 4 | to dance | dans etmek | We dance to French songs. | Fransızca şarkılarla dans ederiz. |
| ↑↑↑ | 5 | to draw | resim çizmek | The boy draws an apple. | Çocuk bir elma resmi çiziyor. |
| ↑↑↑ | 6 | to like | hoşlanmak | She likes to sing Japanese songs. | Japonca şarkılar söylemekten hoşlanır. |
| ↑↑↑ | 7 | and | ve | You like to sing Chinese songs and to draw pictures. | Çince şarkılar söylemekten ve resim çizmekten hoşlanıyorsun. |
| ↑↑↑ | 8 | music | müzik | I like to listen to Japanese music and to sing Japanese songs. | Japon müziği dinlemekten ve Japonca şarkılar söylemekten hoşlanırım. |
| ↑↑↑ | 9 | to want | istemek | I want to listen to French music. | Fransız müziği dinlemek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 10 | yoga | yoga | Her mother likes yoga. | Annesi yogadan hoşlanıyor. |
| ↑↑↑ | 11 | to play | oynamak | | |
| ↑↑↑ | 12 | basketball | basketbol | I play basketball. | Basketbol oynarım. |
| ↑↑↑ | 13 | swimming | yüzme | I like swimming. | Yüzmekten hoşlanırım. |
| ↑↑↑ | 14 | favorite | en beğenilen | Favorite song | En beğenilen şarkı |
| ↑↑↑ | 15 | sport | spor | Your favorite sport is basketball. | En beğendiğin spor basketbol. |
| ↑↑↑ | 16 | soccer | futbol | My favorite sport is soccer. | En beğendiğim spor futboldur. |
| ↑↑↑ | 17 | roommate | oda arkadaşı /ev arkadaşı | He plays basketball with his roommate. | Ev arkadaşıyla basketbol oynar. |
| ↑↑↑ | 18 | parents | anne ve baba | I go shopping with my parents. | Annem ve babamla alışveriş yapmaya giderim. |
| ↑↑↑ | 19 | classmate | sınıf arkadaşı | We play soccer with our classmates. | Sınıf arkadaşlarımızla futbol oynarız. |
| ↑↑↑ | 20 | friends | arkadaşlar | She wants to listen to German songs with her friends. | Arkadaşlarıyla Almanca şarkı söylemek istiyor. |
| ↑↑↑ | 21 | to watch TV | Televizyon seyretmek | He likes watching TV with his friends. | Arkadaşlarıyla televizyon seyretmekten hoşlanır. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 6 | 1 | breakfast | kahvaltı | I have breakfast with my sister. | Kız kardeşimle kahvaltı yaparım. |
| ↑↑↑ | 2 | lunch | öğle yemeği | He has lunch with his friends. | Arkadaşlarıyla öğle yemeği yer. |
| ↑↑↑ | 3 | dinner | akşam yemeği | My parents and I have dinner. | Annem, babam ve ben akşam yemeği yeriz. |
| ↑↑↑ | 4 | fried egg | sahanda yumurta | I eat fried eggs for breakfast. | Kahvaltıda sahanda yumurta yerim. |
| ↑↑↑ | 5 | sausage | sosis | They eat sausage for lunch. | Öğle yemeğinde sosis yerler. |
| ↑↑↑ | 6 | fried rice | kızarmış pilav | We eat fried rice for dinner. | Akşam yemeğinde kızarmış pilav yeriz. |
| ↑↑↑ | 7 | seafood | deniz ürünleri | We don't have seafood. | Bizde deniz ürünleri yok. |
| ↑↑↑ | 8 | meat | et | You don't eat any kind of meat. | Hiç bir çeşit et yemezsin. |
| ↑↑↑ | 9 | pork | domuz eti | He doesn't like to eat pork. | Domuz eti yemekten hoşlanmaz. |
| ↑↑↑ | 10 | chicken | tavuk | I don't want to eat chicken. | Ben tavuk yemek istemiyorum. |
| ↑↑↑ | 11 | fish | balık | They don't like to eat fish. | Balık yemekten hoşlanmazlar. |
| ↑↑↑ | 12 | tofu | tofu | This is not tofu. | Bu tofu değil. |
| ↑↑↑ | 13 | sweet | tatlı | This is very sweet. | Bu çok tatlı. |
| ↑↑↑ | 14 | salty | tuzlu | His soup is too salty. | Çorbası çok tuzlu. |
| ↑↑↑ | 15 | sour | ekşi | This apple is very sour. | Bu elma çok ekşi. |
| ↑↑↑ | 16 | bitter | acı | My coffee is very bitter. | Kahvem çok acı. |
| ↑↑↑ | 17 | spicy | baharatlı | The food is very spicy. | Yemek çok baharatlı. |
| ↑↑↑ | 18 | delicious | lezzetli | It is delicious. | Çok lezzetli. |
| ↑↑↑ | 19 | to put | koymak /eklemek | | |
| ↑↑↑ | 20 | sugar | şeker | She puts sugar in her coffee. | Kahvesine şeker koyar. |
| ↑↑↑ | 21 | salt | tuz | He puts salt on his fried egg. | Sahanda yumurtasına tuz ekler. |
| ↑↑↑ | 22 | pepper | karabiber | I put pepper in my food. | Yemeğime karabiber koyarım. |
| ↑↑↑ | 23 | sauce | sos | The sauce is very salty. | Sos çok tuzlu. |
| ↑↑↑ | 24 | to think | düşünmek | I think the food is very salty. | Bence yemek çok tuzlu. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 7 | 1 | vegetables | sebzeler | We have vegetable soup. | Sebze çorbamız var. |
| ↑↑↑ | 2 | a carrot | havuç | There is chicken and carrots in the soup. | Çorbanın içinde tavuk ve havuç var. |
| ↑↑↑ | 3 | a potato | patates | There is pork and potatoes in the food. | Yemeğin içinde domuz eti ve patates var. |
| ↑↑↑ | 4 | a tomato | domates | There are tomatoes in the fried rice. | Kızarmış pilavın içinde domates var. |
| ↑↑↑ | 5 | a mushroom | mantar | There are mushrooms in the sauce. | Sosun içinde mantar var. |
| ↑↑↑ | 6 | can | _ebilmek | I can do it. | Ben onu yapabilirim. |
| ↑↑↑ | 7 | chili | acı biber | You can eat chili. | Acı biber yiyebilirsin. |
| ↑↑↑ | 8 | garlic | sarımsak | He can eat garlic. | Sarımsak yiyebilir. |
| ↑↑↑ | 9 | mint | nane | I cannot eat mint. | Nane yiyemem. |
| ↑↑↑ | 10 | coriander | kişniş | She cannot eat coriander. | Kişniş yiyemez. |
| ↑↑↑ | 11 | fruit | meyve | | |
| ↑↑↑ | 12 | a peach | şeftali | I want to buy a kilogram of peaches. | Bir kilo şeftali almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 13 | a pear | armut | He wants to eat two pears. | İki armut yemek istiyor. |
| ↑↑↑ | 14 | a strawberry | çilek | You want to buy two kilograms of strawberries. | İki kilo çilek almak istiyorsun. |
| ↑↑↑ | 15 | a watermelon | karpuz | The watermelon weighs one kilogram. | Karpuz bir kilogram geliyor. |
| ↑↑↑ | 16 | an orange | portakal | Five oranges weigh a kilogram. | Beş portakal bir kilogram geliyor. |
| ↑↑↑ | 17 | frozen | donmuş | Frozen strawberries are not delicious. | Donmuş çilek lezzetli değil. |
| ↑↑↑ | 18 | fresh | taze | Fresh strawberries are very delicious. | Taze çilek çok lezzetli. |
| ↑↑↑ | 19 | dry | kuru | Dried peaches are not so delicious. | Şeftali kurusu o kadar lezzetli değil. |
| ↑↑↑ | 20 | a box | kutu | She wants to buy a box of pears. | Bir kutu armut almak istiyor. |
| ↑↑↑ | 21 | a can | konserve kutusu | He wants to buy peaches in a can. | Bir kutu şeftali konservesi almak istiyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 8 | 1 | fruit juice | Meyve suyu | He does not like to drink fruit juice. | Meyve suyu içmeyi sevmez. |
| ↑↑↑ | 2 | apple juice | elma suyu | She likes to drink apple juice. | Elma suyu içmeyi sever. |
| ↑↑↑ | 3 | soft drink | alkolsüz içecek | I do not drink soft drinks. | Alkolsüz içecekler içmem. |
| ↑↑↑ | 4 | small | küçük | He wants to drink a small glass of apple juice. | Küçük bir bardak elma suyu içmek istiyor. |
| ↑↑↑ | 5 | to take | almak | I'll take a small glass of apple juice. | Küçük bir bardak elma suyu alacağım. |
| ↑↑↑ | 6 | pot | demlik | I want to drink a pot of tea. | Bir demlik çay içmek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 7 | hot | sıcak | This pot of tea is hot. | Bu demlikteki çay çok sıcak. |
| ↑↑↑ | 8 | cold | soğuk | This cup of coffee is already cold. | Bu fincandaki kahve soğumuş. |
| ↑↑↑ | 9 | a shake | shake | I'll take an apple shake. | Ben bir elma shake'i alacağım. |
| ↑↑↑ | 10 | ice | buz | She takes apple juice with ice. | Buzlu elma suyu alır. |
| ↑↑↑ | 11 | big | büyük | You'll take a big glass of beer. | Büyük bir bardak bira alacaksın. |
| ↑↑↑ | 12 | medium | orta | He takes a medium-sized cup of coffee. | Orta boy fincanla kahve alır. |
| ↑↑↑ | 13 | beer | bira | My father drinks coffee but does not drink beer. | Babam kahve içer ama bira içmez. |
| ↑↑↑ | 14 | red wine | kırmızı şarap | I do not drink beer, but I drink red wine. | Bira içmem ama kırmızı şarap içerim. |
| ↑↑↑ | 15 | white wine | beyaz şarap | She does not want red wine but white wine. | Kırmızı şarap değil beyaz şarap istiyor. |
| ↑↑↑ | 16 | alcohol | alkol | She does not drink alcohol at all. | Hiç alkollü içecek içmez. |
| ↑↑↑ | 17 | a bottle | şişe | A bottle of beer please! | Bir şişe bira lütfen! |
| ↑↑↑ | 18 | without | _sız / _siz | Fruit juice without sugar | Şekersiz meyve suyu. |
| ↑↑↑ | 19 | iced coffee | buzlu kahve | He likes a big glass of iced coffee. | O büyük bardakta buzlu kahve sever. |
| ↑↑↑ | 20 | little | küçük | The coffee is a little sweet. | Kahve biraz şekerli. |
| ↑↑↑ | 21 | very | çok | The iced coffee is very sweet. | Buzlu kahve çok şekerli. |
| ↑↑↑ | 22 | lemon tea | limon çayı | She likes to drink lemon tea without sugar. | Şekersiz limon çayı içmeyi sever. |
| ↑↑↑ | 23 | green tea | yeşil çay | He likes to drink green tea. | Yeşil çay içmeyi sever. |
| ↑↑↑ | 24 | milk | süt | I do not like to drink milk. | Süt içmek istemiyorum. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 9 | 1 | to come in | içeriye gelmek /buyurmak | Please come in. | İçeriye buyrun lütfen. |
| ↑↑↑ | 2 | to sit | oturmak | Please sit here. | Buraya oturun lütfen. |
| ↑↑↑ | 3 | to order | sipariş vermek | Please order food. | Yemek siparişi verin lütfen. |
| ↑↑↑ | 4 | to wait | beklemek | Please wait a moment. | Bir dakika bekleyin lütfen. |
| ↑↑↑ | 5 | a meal | yemek /öğün | | |
| ↑↑↑ | 6 | a menu | menü | | |
| ↑↑↑ | 7 | to be hungry | aç olmak | I am very hungry. | Çok açım./Çok acıktım. |
| ↑↑↑ | 8 | to be full | doymak | I am full. | Tokum. |
| ↑↑↑ | 9 | to be allergic | alerjisi olmak | He is allergic to seafood. | Deniz ürünlerine alerjisi var. |
| ↑↑↑ | 10 | to be vegetarian | vejetaryen olmak | She is a vegetarian. | O vejetaryendir. |
| ↑↑↑ | 11 | to be on a diet | diyet yapmak | She is on a diet. | Diyet yapıyor. |
| ↑↑↑ | 12 | more | daha | I would like to order more food. | Ben biraz daha yemek siparişi vermek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 13 | a snack | atıştırmalık | I would like to eat some snacks. | Ben biraz atıştırmalık yemek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 14 | dessert | tatlı | I would like to have fruit for dessert. | Ben tatlı olarak meyve istiyorum. |
| ↑↑↑ | 15 | beverage | içecek | You would like to see the beverage menu. | İçecek menüsünü görmek istiyorsunuz. |
| ↑↑↑ | 16 | ice cream | dondurma | They would like to order ice cream. | Onlar dondurma sipariş etmek istiyorlar. |
| ↑↑↑ | 17 | to pay | ödemek | | |
| ↑↑↑ | 18 | a credit card | kredi kartı | Can I pay with a credit card? | Kredi kartıyla ödeyebilir miyim? |
| ↑↑↑ | 19 | to recommend | tavsiye etmek | Can you recommend a dish? | Bir yemek tavsiye edebilir misiniz? |
| ↑↑↑ | 20 | to bring | getirmek | Can you bring me the English menu? | İngilizce menü getirebilir misiniz? |
| ↑↑↑ | 21 | a bill | hesap | Can you please bring me the bill? | Hesabı getirebilir misiniz lütfen? |
| ↑↑↑ | 22 | a receipt | fiş | Can you please bring me the receipt? | Fiş getirir misiniz lütfen? |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 10 | 1 | under | altında | The book is under the strawberry box. | Kitap çilek kutusunun altında. |
| ↑↑↑ | 2 | a room | oda | The women's magazine is in the room. | Kadın dergisi odada. |
| ↑↑↑ | 3 | a table | masa | A table is in the room. | Odada bir masa var. |
| ↑↑↑ | 4 | on | üstünde | Apples are on the table. | Elmalar masanın üstünde. |
| ↑↑↑ | 5 | a dictionary | sözlük | An English dictionary is on the table. | İngilizce sözlük masanın üstünde. |
| ↑↑↑ | 6 | a chair | sandalye | He sits on the chair. | Sandalyede oturur. |
| ↑↑↑ | 7 | between | arasında | The dictionary is between the newspaper and the magazine. | Sözlük gazete ile derginin arasında. |
| ↑↑↑ | 8 | a pen | kalem | The pen is between the glass and the dictionary. | Kalem bardak ile sözlüğün arasında. |
| ↑↑↑ | 9 | a classroom | sınıf | There are chairs in the classroom. | Sınıfta sandalyeler var. |
| ↑↑↑ | 10 | a teacher | öğretmen | The teacher sits between me and my classmate. | Öğretmen benimle sınıf arkadaşımın arasında oturuyor. |
| ↑↑↑ | 11 | outside | dışarı /dışarıda/dışında | The teacher is outside the classroom. | Öğretmen sınıfın dışında. |
| ↑↑↑ | 12 | inside | içeri /içeride /içinde | All students are inside the classroom. | Bütün öğrenciler sınıfta. |
| ↑↑↑ | 13 | at | de /da | I am at school. | Ben okuldayım. |
| ↑↑↑ | 14 | a school | okul | The students are at school. | Öğrenciler okulda. |
| ↑↑↑ | 15 | a canteen | kantin | The canteen is in the school. | Kantin okulda. |
| ↑↑↑ | 16 | here | burada | We are here. | Biz buradayız. |
| ↑↑↑ | 17 | there | orada | They are there. | Onlar orada. |
| ↑↑↑ | 18 | a book store | kitapçı | You are at the book store. | Sen kitapçıdasın. |
| ↑↑↑ | 19 | a park | park | We are in the park. | Biz parktayız. |
| ↑↑↑ | 20 | at the corner | köşede | The school is on the corner. | Okul köşede. |
| ↑↑↑ | 21 | opposite to | karşısında | The book store is opposite the school. | Kitapçı okulun karşısında. |
| ↑↑↑ | 22 | near | yakın | The school is near the park. | Okul parka yakın. |
| ↑↑↑ | 23 | far | uzak | The book store is very far from the park. | Kitapçı parka çok uzak. |
| ↑↑↑ | 24 | toilet | tuvalet | The toilet is far from here. | Tuvalet buraya uzak. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 11 | 1 | to go | gitmek | I go to school. | Okula giderim. |
| ↑↑↑ | 2 | a zoo | hayvanat bahçesi | We go to the zoo. | Hayvanat bahçesine gideriz. |
| ↑↑↑ | 3 | a beach | plaj | You go to the beach. | Plaja gidersiniz. |
| ↑↑↑ | 4 | a restaurant | lokanta | She goes to the restaurant. | Lokantaya gider. |
| ↑↑↑ | 5 | a market | market | They go to the market. | Markete giderler. |
| ↑↑↑ | 6 | a museum | müze | Children like to go to the museum. | Çocuklar müzeye gitmekten hoşlanır. |
| ↑↑↑ | 7 | library | kütüphane | He reads a book at the library. | Kütüphanede kitap okur. |
| ↑↑↑ | 8 | swimming pool | yüzme havuzu | They swim at the swimming pool. | Yüzme havuzunda yüzerler. |
| ↑↑↑ | 9 | home | ev | I go back home. | Eve dönerim. |
| ↑↑↑ | 10 | a supermarket | süpermarket | She buys bread at the supermarket. | Süpermarketten ekmek alır. |
| ↑↑↑ | 11 | a coffee shop | kafe | I go to the coffee shop to buy a cup of coffee. | Bir fincan kahve almak için kafeye giderim. |
| ↑↑↑ | 12 | between | arasında | The restaurant is between the market and the school. | Lokanta market ile okulun arasında. |
| ↑↑↑ | 13 | in front of | önünde | The coffee shop is in front of the market. | Kafe marketin önünde. |
| ↑↑↑ | 14 | behind | arkasında | The swimming pool is behind the school. | Yüzme havuzu okulun arkasında. |
| ↑↑↑ | 15 | on the left | solda | The coffee shop is on the left side of the restaurant. | Kafe lokantanın sol tarafında. |
| ↑↑↑ | 16 | on the right | sağda | The school is on the right side of the zoo. | Okul hayvanat bahçesinin sağ tarafında. |
| ↑↑↑ | 17 | north | kuzey | My house is north of the library. | Evim kütüphanenin kuzeyinde. |
| ↑↑↑ | 18 | south | güney | The coffee shop is on the south side of the market. | Kafe marketin güney tarafında. |
| ↑↑↑ | 19 | east | doğu | We are going east. | Doğuya gidiyoruz. |
| ↑↑↑ | 20 | west | batı | We are going west. | Batıya gidiyoruz. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 12 | 1 | a car | araba | I drive a car to the market. | Markete arabamla giderim. |
| ↑↑↑ | 2 | a motorcycle | motosiklet | He rides a motorcycle to the zoo. | Hayvanat bahçesine motosikletiyle gider. |
| ↑↑↑ | 3 | a bicycle | bisiklet | I ride a bicycle to school. | Okula bisikletimle giderim. |
| ↑↑↑ | 4 | a bus | otobüs | You go to the market by bus. | Markete otobüsle gidersin. |
| ↑↑↑ | 5 | a taxi | taksi | She goes to the supermarket by taxi. | Süpermarkete taksiyle gider. |
| ↑↑↑ | 6 | a subway | metro | We go to school by subway. | Okula metroyla gideriz. |
| ↑↑↑ | 7 | to walk | yürümek | I walk to school. | Okula yürürüm. |
| ↑↑↑ | 8 | to get on the bus | otobüse binmek | You get on the bus. | Otobüse binersin. |
| ↑↑↑ | 9 | to get off the bus | otobüsten inmek | She gets off the bus. | Otobüsten iner. |
| ↑↑↑ | 10 | bus stop | otobüs durağı | You walk to the bus stop. | Otobüs durağına yürürsün. |
| ↑↑↑ | 11 | next | bir sonraki /gelecek | He gets off the bus at the next bus stop. | Otobüsten bir sonraki durakta iner. |
| ↑↑↑ | 12 | road | yol | The bus stop is on the main road. | Otobüs durağı ana yolda. |
| ↑↑↑ | 13 | from | _den /_dan | You walk from here. | Buradan yürürsün. |
| ↑↑↑ | 14 | to | _e/_a | She walks from here to the bus stop. | Buradan otobüs durağına yürür. |
| ↑↑↑ | 15 | intersection | kavşak | | |
| ↑↑↑ | 16 | away from | _den uzakta | The intersection is 50 meters away from here. | Kavşak buradan 50 metre uzakta. |
| ↑↑↑ | 17 | to cross | karşıya geçmek | I cross the road. | Yolun karşısına geçerim. |
| ↑↑↑ | 18 | bridge | köprü | He crosses the bridge. | Köprüyü geçer. |
| ↑↑↑ | 19 | to turn left | sola dönmek | Please turn left. | Lütfen sola dönün. |
| ↑↑↑ | 20 | to turn right | sağa dönmek | Please turn right at the corner. | Lütfen köşeden sağa dönün. |
| ↑↑↑ | 21 | to go straight | düz gitmek | Please go straight to the corner. | Lütfen köşeye kadar düz gidin. |
| ↑↑↑ | 22 | to stop | durmak | Please stop here. | Lütfen burada durun. |
| ↑↑↑ | 23 | a traffic light | trafik ışığı | Please turn left at the traffic light. | Lütfen trafik ışığından sola dönün. |
| ↑↑↑ | 24 | slow | yavaş | Please drive slowly. | Lütfen aracınızı yavaş sürün. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 13 | 1 | to work | çalışmak | | |
| ↑↑↑ | 2 | Lawyer | avukat | My father is a lawyer. | Babam avukat. |
| ↑↑↑ | 3 | Engineer | mühendis | He is an engineer. | O bir mühendis. |
| ↑↑↑ | 4 | Soldier | asker | He does not want to be a soldier. | Asker olmak istemiyor. |
| ↑↑↑ | 5 | Police officer | polis memuru | My son wants to be a police officer. | Oğlum polis memuru olmak istiyor. |
| ↑↑↑ | 6 | to teach | öğretmek | He teaches English at a language school. | Dil okulunda İngilizce dersi veriyor. |
| ↑↑↑ | 7 | University | üniversite | She works at a university. | Üniversitede çalışıyor. |
| ↑↑↑ | 8 | Professor | profesör/hoca | This professor teaches Japanese at school. | Bu hoca okulda Japonca öğretiyor. |
| ↑↑↑ | 9 | Student | öğrenci | Students study Chinese with this professor. | Öğrenciler bu hocadan Çince öğreniyorlar. |
| ↑↑↑ | 10 | unemployed | işsiz | I am unemployed. | İşsizim. |
| ↑↑↑ | 11 | to be famous | ünlü olmak | He is very famous. | O çok ünlü. |
| ↑↑↑ | 12 | Actor | oyuncu/aktör | That actor is really famous. | O oyuncu çok ünlü. |
| ↑↑↑ | 13 | Artist | sanatçı | He is a famous artist. | O ünlü bir sanatçı. |
| ↑↑↑ | 14 | to meet | tanışmak /karşılaşmak | | |
| ↑↑↑ | 15 | Journalist | gazeteci | That journalist meets many famous artists. | O gazeteci birçok ünlü sanatçıyla tanışıyor. |
| ↑↑↑ | 16 | Photographer | fotoğrafçı | This photographer is not famous. | Bu fotoğrafçı ünlü değil. |
| ↑↑↑ | 17 | Company | şirket | She works as an engineer in a small company. | Küçük bir şirkette mühendis olarak çalışıyor. |
| ↑↑↑ | 18 | Businessman | iş adamı/iş insanı | He is a businessman. | O bir iş adamı. |
| ↑↑↑ | 19 | Office worker | ofis çalışanı | She works as an office worker in a big company. | Büyük bir şirkette ofis çalışanı olarak çalışıyor. |
| ↑↑↑ | 20 | Secretary | sekreter | I work as a secretary at a company. | Bir şirkette sekreter olarak çalışıyorum. |
| ↑↑↑ | 21 | Manager | müdür | He works as a manager in a company. | Bir şirkette müdür olarak çalışıyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 14 | 1 | Family | aile | We are a family of five. | Beş kişilik bir aileyiz. |
| ↑↑↑ | 2 | Relatives | akrabalar | Her relatives work in Japan. | Akrabaları Japonya'da çalışıyor. |
| ↑↑↑ | 3 | Grandparents | büyük anne ve büyük baba | My grandparents like to read books. | Büyük annem ve dedem kitap okumaktan hoşlanır. |
| ↑↑↑ | 4 | Grandchildren | torunlar | His grandchildren study at the university in China. | Torunları Çin'de üniveristeye gidiyorlar. |
| ↑↑↑ | 5 | Cousin | kuzen | Those two boys are cousins. | O iki oğlan kuzenler. |
| ↑↑↑ | 6 | Husband | koca/eş | Her husband is an engineer for a famous company. | Kocası çok ünlü bir şirkette mühendis. |
| ↑↑↑ | 7 | Wife | karı/eş | His wife is a business woman. | Karısı bir iş kadını. |
| ↑↑↑ | 8 | Nephew | erkek yeğen/yeğen | My nephew wants to be a soldier. | Yeğenim asker olmak istiyor. |
| ↑↑↑ | 9 | Niece | kız yeğen/yeğen | Your niece wants to be an actress. | Yeğenin oyuncu olmak istiyor. |
| ↑↑↑ | 10 | to be kind | nazik olma | She is very kind. | O çok nazik. |
| ↑↑↑ | 11 | Aunt | teyze/hala | My aunt is very kind to me. | Teyzem bana karşı çok naziktir. |
| ↑↑↑ | 12 | to be strict | sert olma | That teacher is very strict. | O öğretmen çok serttir. |
| ↑↑↑ | 13 | uncle | amca/dayı | His uncle is strict but kind. | Amcası sert ama naziktir. |
| ↑↑↑ | 14 | to be calm | sakin olmak | Her husband is very calm. | Kocası çok sakindir. |
| ↑↑↑ | 15 | to be friendly | yakın olma | She is friendly to everyone. | Herkese karşı yakınlık gösterir. |
| ↑↑↑ | 16 | to feel | hissetmek | I feel… | ....hissediyorum. |
| ↑↑↑ | 17 | to be happy | mutlu olma | I feel happy. | Mutlu hissediyorum. |
| ↑↑↑ | 18 | to be sad | hüzünlü olma | She feels sad. | Hüzünlü hissediyor. |
| ↑↑↑ | 19 | to be sorry | üzgün olma | You feel sorry. | Üzgün hissediyorsun. |
| ↑↑↑ | 20 | to be glad | memnun olma | They feel glad for their nephew. | Yeğenleri için memnun oluyorlar. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 15 | 1 | to draw | çizmek | She draws. | O, çizer. |
| ↑↑↑ | 2 | circle | daire | He draws a circle. | Bir çember çiziyor. |
| ↑↑↑ | 3 | rectangle | dikdörtgen | The swimming pool is a rectangle. | Yüzme havuzu bir dikdörtgendir. |
| ↑↑↑ | 4 | paper | kağıt | This is a circle of paper. | Bu, daire biçiminde bir kağıttır. |
| ↑↑↑ | 5 | white | beyaz | That is a white rectangle of paper. | O, beyaz dikdörtgen bir kağıttır. |
| ↑↑↑ | 6 | black | siyah | A black circle | Siyah daire |
| ↑↑↑ | 7 | football | futbol/futbol topu | A football is white and black in color. | Futbol topu beyaz ve siyah renklerdedir. |
| ↑↑↑ | 8 | sphere | küre | A football has a sphere shape. | Futbol topu küre biçimindedir. |
| ↑↑↑ | 9 | green | yeşil | A green ball | Yeşil top |
| ↑↑↑ | 10 | table | masa | A round black table. | Siyah yuvarlak masa. |
| ↑↑↑ | 11 | cube | küp | A box has a cubic shape. | Kutu küp biçimindedir. |
| ↑↑↑ | 12 | tall | uzun | A tall man | Uzun boylu adam |
| ↑↑↑ | 13 | short | kısa | That man is tall but shorter than that woman. | O adam uzun boylu ama bu kadından daha kısa. |
| ↑↑↑ | 14 | cat | kedi | A black cat | Siyah kedi |
| ↑↑↑ | 15 | fat | şişman | A fat cat | Şişman kedi |
| ↑↑↑ | 16 | thin | zayıf | The girl is thinner than the boy but she's taller than the boy. | Kız oğlandan daha zayıf ama daha uzun boylu. |
| ↑↑↑ | 17 | good shape | formda/biçimli | A good shaped woman. | Biçimli kadın. |
| ↑↑↑ | 18 | smooth | düzgün /pürüzsüz | Smooth road | Düzgün yol |
| ↑↑↑ | 19 | rough | bozuk /kötü | Rough road | Bozuk yol |
| ↑↑↑ | 20 | soft | yumuşak | A soft cake | Yumuşak pasta |
| ↑↑↑ | 21 | hard | sert | A hard cookie | Sert kurabiye |
| ↑↑↑ | 22 | red | kırmızı | A black cat eats the red soft cake. | Siyah kedi yumuşak kırmızı pastayı yer. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 16 | 1 | clothes | giysiler /kıyafetler | | |
| ↑↑↑ | 2 | shirt | gömlek | I would like to have a shirt. | Bir gömlek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 3 | to put on | giymek | I put on a shirt. | Gömlek giyerim. |
| ↑↑↑ | 4 | to take off | soyunmak /çıkartmak | A boy takes off his clothes himself. | Oğlan giysilerini kendi çıkartır. |
| ↑↑↑ | 5 | short sleeves | kısa kollu | She wears short sleeves. | Kısa kollu giyer. |
| ↑↑↑ | 6 | long sleeves | uzun kollu | I like to wear long sleeves. | Uzun kollu giymeyi severim. |
| ↑↑↑ | 7 | size | beden | This shirt comes in three sizes. | Bu gömlekte üç beden var. |
| ↑↑↑ | 8 | to try | denemek | She tries on that black short-sleeved shirt. | Bu siyah kısa kollu gömleği deniyor. |
| ↑↑↑ | 9 | trousers | pantolon | I tried on a medium size in these trousers. | Bu pantolonun orta bedenini deneyeceğim. |
| ↑↑↑ | 10 | skirt | etek | I try this skirt in size small | Bu eteğin küçük bedenini denerim. |
| ↑↑↑ | 11 | long | uzun | These black trousers are too long. | Bu siyah pantolonunun boyu çok uzun. |
| ↑↑↑ | 12 | short | kısa | This red skirt is too short. | Bu kırmızı eteğin boyu çok kısa. |
| ↑↑↑ | 13 | dress | elbise | I wear a black dress. | Siyah bir elbise giyerim. |
| ↑↑↑ | 14 | old | eski | This black dress is old. | Bu siyah elbise eski. |
| ↑↑↑ | 15 | new | yeni | A new red skirt. | Yeni bir kırmızı etek. |
| ↑↑↑ | 16 | expensive | pahalı | That white dress is expensive. | O beyaz elbise pahalı. |
| ↑↑↑ | 17 | to discount | indirim yapmak | I give you a 10% discount. | Size %10 indirim yapacağım. |
| ↑↑↑ | 18 | cheap | ucuz | This red skirt is cheap. | Bu kırmızı etek ucuz. |
| ↑↑↑ | 19 | coat | palto | I wear a white coat. | Beyaz bir palto giyerim. |
| ↑↑↑ | 20 | raincoat | yağmurluk | My father has one raincoat. | Babamın bir yağmurluğu var. |
| ↑↑↑ | 21 | jacket | ceket | My mother has a small jacket. | Anemin küçük bir ceketi var. |
| ↑↑↑ | 22 | jeans | kot | My friend wants to wear jeans. | Arkadaşım kot giymek istiyor. |
| ↑↑↑ | 23 | to fit | uygun olmak | | |
| ↑↑↑ | 24 | to be beautiful | güzel olma | The coat is beautiful. | Palto güzel. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 17 | 1 | to see | görmek | May I see? | Görebilir miyim? |
| ↑↑↑ | 2 | necklace | kolye | May I see the necklace? | Kolyeyi görebilir miyim? |
| ↑↑↑ | 3 | bracelet | bilezik | May I wear the bracelet? | Bileziği takabilir miyim? |
| ↑↑↑ | 4 | ring | yüzük | May I have the ring? | Yüzüğü alabilir miyim? |
| ↑↑↑ | 5 | earrings | küpe | May I try the earrings? | Küpeleri deneyebilir miyim? |
| ↑↑↑ | 6 | brooch | broş | May she see the brooch? | Broşu görebilir mi? |
| ↑↑↑ | 7 | watch | kol saati | I want to buy this watch for my parents. | Bu kol saatini annemle babama almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 8 | hat | şapka | He wants to buy that hat for his wife. | O şapkayı karısına almak istiyor. |
| ↑↑↑ | 9 | sunglasses | güneş gözlüğü | She wants to buy sunglasses for herself. | Kendine güneş gözlüğü almak istiyor. |
| ↑↑↑ | 10 | scarf | eşarp | You want to buy a scarf for yourself. | Kendine eşarp almak istiyorsun. |
| ↑↑↑ | 11 | bag | çanta | She does not want a new bag. | Yeni bir çanta istemiyor. |
| ↑↑↑ | 12 | wallet | cüzdan | I want to buy two wallets. | İki cüzdan almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 13 | jadestone | yeşim taşı | My bracelet is made of jadestone. | Benim bileziğim yeşim taşından. |
| ↑↑↑ | 14 | pearl | inci | This pearl necklace is very beautiful. | Bu inci kolye çok güzel. |
| ↑↑↑ | 15 | diamond | elmas | My mother's earrings are made of diamonds. | Annemin küpeleri elmas. |
| ↑↑↑ | 16 | gem | değerli taş | My ring is made of gems. | Yüzüğüm değerli taşlardan oluşuyor. |
| ↑↑↑ | 17 | gold | altın | I like gold rings. | Altın yüzük severim. |
| ↑↑↑ | 18 | silk | ipek | Her dress is made of silk. | Elbisesi ipek. |
| ↑↑↑ | 19 | to give | vermek | He gives her a ring. | Ona yüzük verir. |
| ↑↑↑ | 20 | necktie | kravat | He wears a silk necktie. | İpek kravat takar. |
| ↑↑↑ | 21 | leather | deri | I have a leather wallet. | Deri cüzdanım var. |
| ↑↑↑ | 22 | belt | kemer | My father wears a leather belt. | Babam deri kemer takar. |
| ↑↑↑ | 23 | glove | eldiven | These gloves are made of leather. | Bu eldivenler deri. |
| ↑↑↑ | 24 | socks | çorap | A girl puts on and takes off socks by herself. | Kız çoraplarını kendi başına giyip çıkartır. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 18 | 1 | shoes | ayakkabılar | She has many pairs of shoes. | Çok ayakkabısı var. |
| ↑↑↑ | 2 | sneakers | spor ayakkabıları | He takes off the sneakers. | Spor ayakkabılarını çıkartır. |
| ↑↑↑ | 3 | sandals | sandaletler | He wears sandals on the beach. | Plajda sandalet giyer. |
| ↑↑↑ | 4 | high heels | yüksek topuklu ayakkabı | She wears red high heels. | Kırmızı yüksek topuklu ayakkabılarını giyer. |
| ↑↑↑ | 5 | Shoe shops | Ayakkabı mağazaları | There are shoe shops here. | Burada ayakkabı mağazaları var. |
| ↑↑↑ | 6 | to sell | satmak | He sells his sneakers. | Kendi spor ayakkabılarını satar. |
| ↑↑↑ | 7 | leather shoes | deri ayakkabılar | This shoe shop sells leather shoes. | Bu ayakkabı mağazası deri ayakkabı satar. |
| ↑↑↑ | 8 | shoe repair store | ayakkabı tamiri | There is a shoe repair shop here. | Burada bir ayakkabı tamircisi var. |
| ↑↑↑ | 9 | to repair | tamir etmek | | |
| ↑↑↑ | 10 | shoe sole | ayakkabı tabanı | I want to repair my shoe's soles. | Ayakkabımın tabanlarını tamir ettirmek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 11 | rubber | kauçuk | The shoe soles are made of rubber. | Ayakkabı tabanları kauçuktan yapılır. |
| ↑↑↑ | 12 | leather | deri | The shoe soles are made of leather. | Ayakkabı tabanları deriden yapılır. |
| ↑↑↑ | 13 | shoelace | ayakkabı bağı | I should tie the shoelace. | Ayakkabımın bağlarını bağlamalıyım. |
| ↑↑↑ | 14 | sport shoes | spor ayakkabıları | You should wear sport shoes here. | Burada spor ayakkabıları giymelisin. |
| ↑↑↑ | 15 | to fit | uygun/ tam | This pair of shoes fits. | Bu ayakkabılar tam geldi. |
| ↑↑↑ | 16 | loose | bol | This pair of high heels is loose. | Bu yüksek topuklu ayakkabılar bol geldi. |
| ↑↑↑ | 17 | tight | sıkı | This pair of sneakers is tight. | Bu spor ayyakkabıları sıktı. |
| ↑↑↑ | 18 | big | büyük | This pair of shoes is very big. | Bu ayakkabılar çok büyük. |
| ↑↑↑ | 19 | small | küçük | This pair of shoes is very small. | Bu ayakkabılar çok küçük. |
| ↑↑↑ | 20 | foot | ayak | Her feet are very small. | Ayakları çok küçük. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 19 | 1 | Monday | Pazartesi | I swim every Monday. | Her Pazartesi yüzerim. |
| ↑↑↑ | 2 | Saturday | Cumartesi | I watch a movie with my father on Saturdays. | Cumartesi günleri babamla film seyrederim. |
| ↑↑↑ | 3 | weekend | hafta sonu | We learn to sing every weekend. | Her hafta sonu şarkı söylemeyi öğreniriz. |
| ↑↑↑ | 4 | evening | akşam | He eats with friends every evening. | Her akşam arkadaşlarıyla yemek yer. |
| ↑↑↑ | 5 | month | ay | She goes shopping at the market every month. | Her ay markete alışveriş yapmaya gider. |
| ↑↑↑ | 6 | every day | her gün | I walk to school every day. | Her gün okula yürürüm. |
| ↑↑↑ | 7 | Thursday | Perşembe | On Thursdays I usually learn Chinese. | Perşembeleri genellikle Çince öğrenirim. |
| ↑↑↑ | 8 | Sunday | Pazar | On Sundays, I usually go to the coffee shop. | Pazarları genellikle kafeye giderim. |
| ↑↑↑ | 9 | afternoon | öğleden sonra | He usually plays football on Sunday afternoon. | Pazar günü öğleden sonra genellikle futbol oynar. |
| ↑↑↑ | 10 | morning | sabah | She usually drinks coffee in the morning. | Sabah genellikle kahve içer. |
| ↑↑↑ | 11 | appointment | randevu | On Sunday afternoon, I usually have an appointment with my friends. | Pazar günü öğleden sonra genellikle arkadaşlarımla randevum vardır. |
| ↑↑↑ | 12 | today | bugün | Today is Monday. | Bugün Pazartesi. |
| ↑↑↑ | 13 | weekday | hafta içi | Monday is a weekday. | Pazartesi hafta içidir. |
| ↑↑↑ | 14 | holiday | tatil | Today is a holiday. | Bugün tatil. |
| ↑↑↑ | 15 | January | Ocak | January has 31 days. | Ocak ayında 31 gün vardır. |
| ↑↑↑ | 16 | next month | önümüzdeki ay | There are 5 holidays next month. | Önümüzdeki ay 5 tatil var. |
| ↑↑↑ | 17 | tomorrow | yarın | Tomorrow is Monday. | Yarın Pazartesi. |
| ↑↑↑ | 18 | New Year's Day | Yeni Yıl / Yılbaşı | Today is New Year's Day. | Bugün Yılbaşı. |
| ↑↑↑ | 19 | January 1st | 1 Ocak | New Year's Day is on January 1st. | 1 Ocak Yılbaşı Günü'dür. |
| ↑↑↑ | 20 | Valentine's day | Sevgililer Günü | Tomorrow is Valentine's day. | Yarın Sevgililer Günü. |
| ↑↑↑ | 21 | February 14th | 14 Şubat | Valentine's Day is on February 14th. | Sevgililer Günü 14 Şubat'tır. |
| ↑↑↑ | 22 | Christmas | Noel | Christmas is a holiday. | Noel bir tatildir. |
| ↑↑↑ | 23 | December 25th | 25 Aralık | Christmas is on December 25th. | Noel 25 Aralık'tadır. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 20 | 1 | 7:00 AM | sabah 7.00 | It is 7 a.m. | Saat sabah 7. |
| ↑↑↑ | 2 | quarter to ... | çeyrek kala | It is a quarter to 7 a.m. | Saat sabah 7'ye çeyrek var. |
| ↑↑↑ | 3 | ... half | .... buçuk | She goes to the market at half past 7. | Saat 7 buçukta markete gider. |
| ↑↑↑ | 4 | quarter past ... | çeyrek geçe | I go to school at a quarter past 7. | Saat 7'yi çeyrek geçe okula giderim. |
| ↑↑↑ | 5 | now | şimdi | It is exactly 10 o'clock now. | Şu anda saat tam 10. |
| ↑↑↑ | 6 | to open | açmak | The museum opens at 9 am. | Müze sabah 9'da açılır. |
| ↑↑↑ | 7 | to close | kapatmak | The swimming pool closes exactly at 3 pm. | Yüzme havuzu öğleden sonra saat tam 3'te kapanır. |
| ↑↑↑ | 8 | until | _e kadar | The museum opens from 9.30 am until 5.00 pm. | Müze sabah 9:30 ile akşam 5:00 arasında açıktır. |
| ↑↑↑ | 9 | from | _den | I work from 10 am until 8 pm. | Sabah 10'dan akşam 8'e kadar çalışırım. |
| ↑↑↑ | 10 | before | önce | I go to school before 8 am. | Sabah 8'den önce okula giderim. |
| ↑↑↑ | 11 | after | sonra | He comes home after 6 pm. | Akşam 6'dan sonra eve gelir. |
| ↑↑↑ | 12 | to get up | kalkmak | I wake up at 6.30 am. | Sabah 6:30'da uyanırım. |
| ↑↑↑ | 13 | to work | çalışmak | She works at the museum. | Müzede çalışıyor. |
| ↑↑↑ | 14 | to start | başlamak | He starts working at 8 o'clock. | Saat 8'de işe başlar. |
| ↑↑↑ | 15 | to finish | bitirmek | My roommate finishes his work at 4 pm. | Ev arkadaşım işini öğleden sonra 4'te bitiriyor. |
| ↑↑↑ | 16 | a break | mola | I take a break for 15 minutes. | 15 dakikalık mola veririm. |
| ↑↑↑ | 17 | a minute | dakika | 25 minutes | 25 dakika |
| ↑↑↑ | 18 | about | yaklaşık | About 15 minutes | Yaklaşık 15 dakika |
| ↑↑↑ | 19 | a second | saniye | One minute has 60 seconds. | Bir dakikada 60 saniye vardır. |
| ↑↑↑ | 20 | an hour | saat | One hour has 60 minutes. | Bir saatte 60 dakika vardır. |
| ↑↑↑ | 21 | to take | almak /sürmek | It takes about 2 hours. | Yaklaşık 2 saat sürer. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 21 | 1 | a train | tren | He travels by train to the beach. | O plaja trenle gider. |
| ↑↑↑ | 2 | a train station | tren istasyonu | The train station is opposite to the school. | Tren istasyonu okulun karşısında. |
| ↑↑↑ | 3 | a train ticket | tren bileti | The train ticket costs 100 dollars. | Tren biletinin fiyatı 100 dolardır. |
| ↑↑↑ | 4 | to depart | kalkmak /hareket etmek | This train departs from the station at 10 am. | Tren istasyondan sabah 10'da kalkıyor. |
| ↑↑↑ | 5 | to arrive | varmak | This train arrives at the destination station at 2 pm. | Tren öğleden sonra 2'de varış istasyonuna ulaşır. |
| ↑↑↑ | 6 | a schedule | tarife | The train schedule is here. | Tren tarifesi burada. |
| ↑↑↑ | 7 | a plane | uçak | His friend travels by plane. | Arkadaşı uçakla seyahat ediyor. |
| ↑↑↑ | 8 | airport | havalimanı | I am at the airport now. | Ben şimdi havalimanındayım. |
| ↑↑↑ | 9 | a plane ticket | uçak bileti | I have two plane tickets. | İki uçak biletim var. |
| ↑↑↑ | 10 | to board | binmek | Boarding time is at 2.30 pm. | Biniş saati öğleden sonra 2:30'dur. |
| ↑↑↑ | 11 | to land | inmek | The plane lands at 11 pm. | Uçak gece 11'de iniyor. |
| ↑↑↑ | 12 | a flight | uçuş | My flight number is 4246. | Uçuş numaram 4246. |
| ↑↑↑ | 13 | a bus station | otobüs durağı | I am at the bus station now. | Şimdi otobüs durağındayım. |
| ↑↑↑ | 14 | a bus ticket | otobüs bileti | A bus ticket costs 20 dollars. | Otobüs biletinin fiyatı 20 dolardır. |
| ↑↑↑ | 15 | a passenger | yolcu | The passengers are on the bus. | Yolcular otobüste. |
| ↑↑↑ | 16 | a ticket seller | biletçi / bilet satıcısı | The ticket seller sells bus tickets and train tickets. | Bilet satıcısı otobüs ve tren bileti satar. |
| ↑↑↑ | 17 | a driver | sürücü | The bus driver stops at the supermarket. | Otobüs sürücüsü süpermarkette durur. |
| ↑↑↑ | 18 | first | ilk | The first train leaves at 5 am. | İlk tren sabah 5'te kalkıyor. |
| ↑↑↑ | 19 | harbor | liman | The harbor is near the train station. | Liman tren istasyonunun yakınında. |
| ↑↑↑ | 20 | line | hat | The green line bus passes this station. | Yeşil hat otobüsü bu duraktan geçer. |
| ↑↑↑ | 21 | ferry | feribot / vapur | I'm waiting for the ferry. | Feribotu bekliyorum. |
| ↑↑↑ | 22 | to get off | inmek | I get off the train at the final station. | Trenden son durakta iniyorum. |
| ↑↑↑ | 23 | to get on | binmek | I get on the bus at the bus station. | Otobüs durağında otobüse biniyorum. |
| ↑↑↑ | 24 | last | son | The last train leaves at 11 pm. | Son tren gece 11'de kalkıyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 22 | 1 | class | ders | We don't have classes today. | Bugün dersimiz yok. |
| ↑↑↑ | 2 | to start | başlamak | The German language class starts today. | Almanca dil dersi bugün başlıyor. |
| ↑↑↑ | 3 | to finish | bitirmek | The Japanese language class finishes at 4 pm. | Japonca dil dersi öğleden sonra 4'te bitiyor. |
| ↑↑↑ | 4 | to be ready | hazır olmak | Are you ready? | Hazır mısınız? |
| ↑↑↑ | 5 | to turn off a mobile phone | cep telefonunu kapatmak | Please turn off mobile phones in class. | Lütfen derste cep telefonlarını kapatın. |
| ↑↑↑ | 6 | to turn on a mobile phone | cep telefonunu açmak | He is turning on his mobile phone. | Cep telefonunu açıyor. |
| ↑↑↑ | 7 | to read | okumak | She is reading a magazine at the moment. | Şu anda dergi okuyor. |
| ↑↑↑ | 8 | homework | ev ödevi | I'm doing my homework now. | Şimdi ev ödevimi yapıyorum. |
| ↑↑↑ | 9 | to listen | dinlemek | He is not listening to music. | Müzik dinlemiyor. |
| ↑↑↑ | 10 | to write | yazmak | What is he writing? | O ne yazıyor? |
| ↑↑↑ | 11 | alphabet | alfabe | Is he writing the Korean alphabet? | Kore alfabesiyle mi yazıyor? |
| ↑↑↑ | 12 | exam | sınav | He is taking an exam. | Sınav oluyor. |
| ↑↑↑ | 13 | to ask | sormak | He will ask the teacher tomorrow. | Öğretmene yarın soracak. |
| ↑↑↑ | 14 | to come | gelmek | She will come to class next week. | Önümüzdeki hafta derse gelecek. |
| ↑↑↑ | 15 | to forget | unutmak | I will not forget my book anymore. | Artık kitabımı unutmayacağım. |
| ↑↑↑ | 16 | future | gelecek | What will you do in the future? | Gelecekte ne yapacaksın? |
| ↑↑↑ | 17 | to give | vermek | Will you give me an answer? | Bana bir cevap verir misin? |
| ↑↑↑ | 18 | to finish class | dersi bitirmek | We will finish class at 1 pm. | Dersimiz öğlen 1'de bitecek. |
| ↑↑↑ | 19 | to teach | öğretmek/ders vermek | He has been teaching here for 8 years. | 8 yıldır burada ders veriyor. |
| ↑↑↑ | 20 | to wait | beklemek | We have been waiting for the teacher since 11 am. | Sabah 11'den beri öğretmeni bekliyoruz. |
| ↑↑↑ | 21 | essay | kompozisyon | She hasn't finished writing her essay yet. | Kompozisyon yazmayı henüz bitirmedi. |
| ↑↑↑ | 22 | progress | ilerleme | The students made good progress in English. | Öğrenciler İngilizce'de iyi bir ilerleme kaydetti. |
| ↑↑↑ | 23 | to know | bilmek | I knew already. | Zaten biliyordum. |
| ↑↑↑ | 24 | to try | denemek /gayret etmek | I have tried my best. | Elimden geleni yapmaya gayret ettim. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 23 | 1 | Type of music | müzik türü | Favorite music type | En beğenilen müzik türü |
| ↑↑↑ | 2 | Pop | pop | My favorite music type is pop. | En beğendiğim müzik türü pop. |
| ↑↑↑ | 3 | Rock | rock | I like rock music more than pop music. | Ben rock müziği pop müzikten daha çok beğeniyorum. |
| ↑↑↑ | 4 | Jazz | caz | I like jazz music more than rock music. | Ben caz müziğini rock müzikten daha çok beğeniyorum. |
| ↑↑↑ | 5 | Classic | klasik | He does not like to listen to classical music. | Klasik müzik dinlemekten hoşlanmaz. |
| ↑↑↑ | 6 | Country | Amerikan folk müziği | She likes to sing country music more than pop music. | Amerikan folk müziği söylemeyi pop müzik söylemekten daha çok seviyor. |
| ↑↑↑ | 7 | singer | şarkıcı | Her favorite singer is Elvis Presley. | En beğendiği şarkıcı Elvis Presley. |
| ↑↑↑ | 8 | band | müzik grubu | My favorite band is the Beatles. | En çok beğendiğim müzik grubu Beatles. |
| ↑↑↑ | 9 | musician | müzisyen | My father's favorite musician is Mozart. | Babamın en çok beğendiği müzisyen Mozart. |
| ↑↑↑ | 10 | to guess | tahmin etmek | Guess who. | Bil bakalım kim? |
| ↑↑↑ | 11 | voice | ses | That singer has a very beautiful voice. | O şarkıcının çok güzel bir sesi var. |
| ↑↑↑ | 12 | can | _ebilmek | I can sing. | Şarkı söyleyebilirim. |
| ↑↑↑ | 13 | guitar | gitar | I can play the guitar. | Gitar çalabilirim. |
| ↑↑↑ | 14 | piano | piyano | She can play the piano. | Piyano çalabilir. |
| ↑↑↑ | 15 | violin | keman | You can play the violin. | Keman çalabilirsin. |
| ↑↑↑ | 16 | easy | kolay | Playing guitar is easy. | Gitar çalmak kolay. |
| ↑↑↑ | 17 | difficult | zor | Playing violin is difficult. | Keman çalmak zor. |
| ↑↑↑ | 18 | to practice | pratik yapmak / çalışmak | I practice playing the piano every day. | Ben her gün piyano çalışıyorum. |
| ↑↑↑ | 19 | music school | müzik okulu | He learns to play the guitar at the music school. | Gitar çalmayı müzik okulunda öğreniyor. |
| ↑↑↑ | 20 | own | kendi | She learns to play the piano on her own. | Piyano çalmayı kendi kendine öğreniyor. |
| ↑↑↑ | 21 | music lesson | müzik dersi | We practice singing in the music lesson. | Müzik dersinde şarkı çalışıyoruz. |
| ↑↑↑ | 22 | to teach | öğretmek | My teacher teaches me to play the violin. | Öğretmenim bana keman çalmayı öğretiyor. |
| ↑↑↑ | 23 | musical instruments | müzik aletleri | | |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 24 | 1 | post office | postane | I go to the post office every month. | Her ay postaneye giderim. |
| ↑↑↑ | 2 | letter | mektup | I write a letter to my parents every month. | Annemle babama her ay bir mektup yazarım. |
| ↑↑↑ | 3 | to send | göndermek | I send a letter to my friend every week. | Arkadaşıma her hafta bir mektup gönderirim. |
| ↑↑↑ | 4 | stamp | pul | I want to buy three stamps. | Üç pul almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 5 | envelope | zarf | I want to buy two envelopes. | İki zarf almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 6 | postcard | kartpostal | I go to the post office to send postcards. | Kartpostal göndermek için postaneye giderim. |
| ↑↑↑ | 7 | package | paket | He goes to the post office to send a package. | Paket göndermek için postaneye gider. |
| ↑↑↑ | 8 | airmail | uçak postası/hava postası | She sends a package via airmail. | Paketi uçak postasıyla gönderir. |
| ↑↑↑ | 9 | souvenir | hediyelik eşya | She goes to the post office to send souvenirs. | Hediyelik eşyaları göndermek için postaneye gidiyor. |
| ↑↑↑ | 10 | to register | taahhütlü göndermek | I want to register the package. | Paketi taahhütlü göndermek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 11 | bank | Banka | She goes to the bank every Monday. | Her Pazartesi bankaya gider. |
| ↑↑↑ | 12 | bank account | banka hesabı | I have a bank account already. | Bir banka hesabım var zaten. |
| ↑↑↑ | 13 | money | para | I don't have money. | Param yok. |
| ↑↑↑ | 14 | to deposit | yatırmak | I want to deposit money to this account. | Bu hesaba para yatırmak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 15 | to withdraw | çekmek | I want to withdraw money from this account. | Bu hesaptan para çekmek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 16 | to transfer | aktarmak/havale yapmak | I want to transfer money from this account to that account. | Bu hesaptan şu hesaba para aktarmak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 17 | exchange rate | döviz kuru | Today's exchange rate. | Bugünkü döviz kuru. |
| ↑↑↑ | 18 | to exchange | döviz bozdurmak/bozmak/değiştirmek | I want to exchange money. | Döviz bozdurmak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 19 | currency | kur | I want to exchange currency from Dollars to Euros. | Dolar bozdurup Avro almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 20 | bank note | kağıt para | We only exchange bank notes. | Sadece kağıt para bozuyoruz. |
| ↑↑↑ | 21 | coin | madeni para | We don't exchange coins. | Madeni paraları bozmuyoruz. |
| ↑↑↑ | 22 | per | başına | The exchange rate is 1.25 dollars per one Euro. | Döviz kuru bir Avro başına 1,25 Dolardır. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 25 | 1 | last year | geçen yıl | I went to Japan last year. | Geçen yıl Japonya'ya gittim. |
| ↑↑↑ | 2 | last month | geçen ay | They went to China last month. | Geçen ay Çin'e gittiler. |
| ↑↑↑ | 3 | to visit | ziyaret etmek /gezmek | Last year, we visited that museum. | Geçen yıl o müzeyi gezdik. |
| ↑↑↑ | 4 | to travel | seyahat etmek | She traveled to France last week. | Geçen hafta Fransa'ya gitti. |
| ↑↑↑ | 5 | alone | yalnız | He traveled in the USA alone last year. | Geçen yıl ABD'de tek başına seyahat etti. |
| ↑↑↑ | 6 | yesterday | dün | Yesterday, he visited two museums. | Dün iki müzeyi gezdi. |
| ↑↑↑ | 7 | abroad | yurt dışı | I have never been abroad. | Hiç yurt dışına çıkmadım. |
| ↑↑↑ | 8 | to plan | planlamak | We have not planned where to go yet. | Henüz nereye gideceğimizi planlamadık. |
| ↑↑↑ | 9 | to decide | karar vermek | I have not decided where to go yet. | Henüz nereye gideceğime karar vermedim. |
| ↑↑↑ | 10 | vacation | tatil | He has not planned for his vacation yet. | Henüz tatilini planlamamış. |
| ↑↑↑ | 11 | trip | gezi | She has not planned for her trip yet. | Henüz gezisini planlamamış. |
| ↑↑↑ | 12 | to rent | kiralamak | I have planned to rent a car already. | Araba kiralamayı önceden planladım. |
| ↑↑↑ | 13 | tourist | turist | I am a tourist. | Ben bir turistim. |
| ↑↑↑ | 14 | place | yer | Which place should I visit? | Nereyi ziyaret etmeliyim? |
| ↑↑↑ | 15 | to choose | seçmek | What travel program should I choose? | Hangi seyahat programını seçmeliyim? |
| ↑↑↑ | 16 | to miss | kaçırmak | You should not miss visiting this place. | Burayı ziyaret etmeyi kaçırmamalısınız. |
| ↑↑↑ | 17 | to start | başlamak | When should we start? | Ne zaman başlamalıyız? |
| ↑↑↑ | 18 | entrance fee | giriş ücreti | How much is the entrance fee? | Giriş ücreti olarak ne kadar ödemem gerekiyor? |
| ↑↑↑ | 19 | picture | resim | This picture is very beautiful. | Bu resim çok güzel. |
| ↑↑↑ | 20 | to take photos | fotoğraf çekmek | You can take photos here. | Burada fotoğraf çekebilirsiniz. |
| ↑↑↑ | 21 | to allow | izin vermek | Taking photos is not allowed here. | Burada fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor. |
| ↑↑↑ | 22 | to enter | girmek | You are not allowed to enter this place. | Buraya girmek yasaktır. |
| ↑↑↑ | 23 | to touch | dokunmak | You are not allowed to touch the pictures. | Resimlere dokunmak yasaktır. |
| ↑↑↑ | 24 | guide | rehber | The guide allows the tourists to take pictures. | Rehber turistlerin fotoğraf çekmesine izin veriyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 26 | 1 | a hotel | otel | We like this hotel very much. | Bu oteli çok seviyoruz. |
| ↑↑↑ | 2 | to stay | kalmak | We want to stay here for two nights. | Burada 2 gece kalmak istiyoruz. |
| ↑↑↑ | 3 | check-in | giriş yapmak | Check-in time is after 2 pm. | Girişler 14:00'ten itibaren yapılır. |
| ↑↑↑ | 4 | check-out | çıkış yapmak | Check-out time is before 2 pm. | Çıkışlar 14:00'ten önce yapılır. |
| ↑↑↑ | 5 | reception | resepsiyon | Reception is open 24 hours. | Resepsiyon 24 saat açıktır. |
| ↑↑↑ | 6 | guest | misafir | Five guests are waiting at the reception to check-in. | Resepsiyonda giriş yapmayı bekleyen beş misafir var. |
| ↑↑↑ | 7 | to reserve | ayırtmak | I want to reserve two rooms for four people. | Dört kişi için 2 oda ayırtmak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 8 | a single room | tek kişilik oda | I want to reserve a single room for one night. | Bir gece için tek kişilik bir oda ayırtmak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 9 | a double room | çift kişilik oda | I want to reserve a double room for one week. | Bir hafta için iki kişilik oda ayırtmak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 10 | extra bed | ilave yatak | I want to have an extra bed for my daughter. | Kızım için ilave yatak almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 11 | a shared room | paylaşımlı oda | This hotel provides shared rooms. | Bu otelde paylaşımlı odalar mevcuttur. |
| ↑↑↑ | 12 | facility | tesis/olanak | There are many facilities in the hotel. | Otelin birçok olanağı var. |
| ↑↑↑ | 13 | a room key | oda anahtarı | Can I leave my room key at reception? | Oda anahtarımı resepsiyona bırakabilir miyim? |
| ↑↑↑ | 14 | luggage | bavul | Can I leave my luggage here? | Bavulumu burada bırakabilir miyim? |
| ↑↑↑ | 15 | Internet | İnternet | Does the hotel provide Internet? | Otelde İnternet bağlantısı var mı? |
| ↑↑↑ | 16 | a swimming pool | yüzme havuzu | This hotel does not have a swimming pool. | Bu otelde yüzme havuzu yok. |
| ↑↑↑ | 17 | emergency exit | acil çıkış | The emergency exit is here. | Acil çıkış burada. |
| ↑↑↑ | 18 | maid | oda hizmetçisi | This maid is working here. | Oda hizmetçisi burada çalışıyor |
| ↑↑↑ | 19 | to rest | dinlenmek | I want to rest in my room. | Ben odamda dinlenmek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 20 | to clean | temizlemek | A maid cleans the room. | Oda hizmetçisi odayı temizler. |
| ↑↑↑ | 21 | the lobby | lobi | Your luggage is in the lobby. | Bavullarınız lobide. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 27 | 1 | to show | göstermek | | |
| ↑↑↑ | 2 | Passport | pasaport | Please show your passport. | Lütfen pasaportunuzu gösterin. |
| ↑↑↑ | 3 | Visa | vize | Please show your visa. | Lütfen vizenizi gösterin. |
| ↑↑↑ | 4 | Personal ID card | kimlik belgesi | Please show your personal ID card. | Lütfen kimlik belgenizi gösterin. |
| ↑↑↑ | 5 | to put | koymak | He puts his bag on the table. | Çantasını masanın üzerine koyar. |
| ↑↑↑ | 6 | Luggage | bavul /bagaj | Please put your luggage here. | Lütfen bavulunuzu buraya koyun. |
| ↑↑↑ | 7 | to lay | bırakmak | She lays her passport on the table. | Pasaportunu masanın üzerine bırakır. |
| ↑↑↑ | 8 | conveyor belt | konveyör bandı | He lays his bag on the conveyor belt. | Çantasını konveyör bandının üzerine bırakır. |
| ↑↑↑ | 9 | to take off | çıkartmak | I take off my leather shoes. | Deri ayakkabılarımı çıkartırım. |
| ↑↑↑ | 10 | to put | yerleştirmek | She puts her books in her luggage. | Kitaplarını bavuluna yerleştirir. |
| ↑↑↑ | 11 | basket | sepet | They put your watch in the basket. | Senin kol saatini sepete koyarlar. |
| ↑↑↑ | 12 | boarding pass | biniş kartı | I put my boarding pass in the basket. | Biniş kartımı sepete koyarım. |
| ↑↑↑ | 13 | purpose | amaç | He has no purpose to come here. | Buraya gelmek için bir amacı yok. |
| ↑↑↑ | 14 | sightseeing | gezip görme | For sightseeing | Gezip görmek için |
| ↑↑↑ | 15 | business | iş | For a business trip | İş seyahati için |
| ↑↑↑ | 16 | to fill | doldurmak | | |
| ↑↑↑ | 17 | immigration form | göçmen formu | Please fill in the immigration form. | Lütfen göçmen formunu doldurun. |
| ↑↑↑ | 18 | to follow | izlemek /takip etmek | Please follow me. | Lütfen beni izleyin. |
| ↑↑↑ | 19 | to get | almak | I will get my luggage. | Bavulumu alacağım. |
| ↑↑↑ | 20 | meeting point | buluşma noktası | We will meet at the meeting point. | Buluşma noktasında toplanacağız. |
| ↑↑↑ | 21 | sign | işaret | I will follow the sign to the meeting point. | Buluşma noktasına kadar işareti takip edeceğim. |
| ↑↑↑ | 22 | to pick up | almak | He will pick her up from the airport. | Onu havalimanından alacak. |
| ↑↑↑ | 23 | escalator | yürüyen merdiven | She will go down the escalator. | Yürüyen merdivenle aşağı inecek. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 28 | 1 | to be engaged | nişanlı olmak | My older sister was engaged a month ago. | Ablam bir ay önce nişanlandı. |
| ↑↑↑ | 2 | to be divorced | boşanmış olmak | She divorced three years ago. | Üç yıl önce boşandı. |
| ↑↑↑ | 3 | to separate | ayrılmak | They separated two weeks ago. | İki hafta önce ayrıldılar. |
| ↑↑↑ | 4 | to break up | ilişkiyi bitirmek | We broke up five days ago. | Beş gün önce ilişkimizi bitirdik. |
| ↑↑↑ | 5 | girlfriend | kız arkadaş | He broke up with his girlfriend already. | Kız arkadaşıyla ilişkisini zaten bitirmişti. |
| ↑↑↑ | 6 | to be single | bekar olmak | He has been single for more than 20 years. | Yirmi yıldan fazladır bekar. |
| ↑↑↑ | 7 | to be married | evli olmak | My parents have already been married for over 30 years. | Annemle babam 30 yılı aşkın bir süredir evli. |
| ↑↑↑ | 8 | to know | bilmek / tanımak | I have known him for over 10 years. | Onu on yılı aşkındır tanıyorum. |
| ↑↑↑ | 9 | together | beraber | My parents have been living together for over 40 years already. | Annemle babam 40 yılı aşkındır beraber yaşıyorlar. |
| ↑↑↑ | 10 | boyfriend | erkek arkadaş | My boyfriend and I have been living together for more than 2 years. | Erkek arkadaşımla 2 yıldan uzun bir zamandır beraber yaşıyoruz. |
| ↑↑↑ | 11 | widow | dul | She has been a widow for more than 5 years. | 5 yıldan uzun bir zamandır dul. |
| ↑↑↑ | 12 | to propose | teklif etmek/evlilik teklif etmek | He proposed to her when she was watching a movie last night. | Dün gece film seyrederken ona evlenme teklif etti. |
| ↑↑↑ | 13 | to cry | ağlamak | She cried so much last night. | Dün gece çok ağladı. |
| ↑↑↑ | 14 | to meet | tanışmak | We met while we were studying in the university. | Üniversitede okurken tanıştık. |
| ↑↑↑ | 15 | to argue | tartışmak | We argued while we were eating. | Yemek yerken tartıştık. |
| ↑↑↑ | 16 | to hear (a story) | dinlemek | | |
| ↑↑↑ | 17 | to move | taşınmak | They were married for a year before they moved to Japan. | Japonya'ya taşınmadan bir yıl önce evlendiler. |
| ↑↑↑ | 18 | honeymoon | balayı | We went on our honeymoon after we had been married for three days. | Evlendikten üç gün sonra balayına çıktık. |
| ↑↑↑ | 19 | the truth | gerçek | I told him the truth before I broke up with him. | İlişkimizi bitirmeden önce ona gerçeği söyledim. |
| ↑↑↑ | 20 | to lie | yalan söylemek | He never lies to her anymore after he proposed to her. | Evlenme teklif ettikten sonra artık ona asla yalan söylemiyor. |
| ↑↑↑ | 21 | to date | görüşmek | She had been single for five years before she dated him. | Onunla görüşmeye başladığında beş yıldır bekardı. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 29 | 1 | Help! | İmdat! | Help me! | Bana yardım edin! |
| ↑↑↑ | 2 | to find | bulmak /aramak | She is finding her hand bag. | O el çantasını arıyor. |
| ↑↑↑ | 3 | missing | kayıp | Her hand bag is missing. | Onun el çantası kayıp. |
| ↑↑↑ | 4 | to steal | çalmak | Someone has stolen my bag. | Biri çantamı çaldı. |
| ↑↑↑ | 5 | to help | yardım etmek | He helped me find my suitcase. | Bavulumu bulmaya yardım etti. |
| ↑↑↑ | 6 | to be scared | korkmak | I'm scared. | Korkuyorum. |
| ↑↑↑ | 7 | emergency | acil durum | | |
| ↑↑↑ | 8 | phone number | telefon numarası | Emergency phone number. | Acil durum telefon numarası. |
| ↑↑↑ | 9 | to call | aramak | He called the emergency phone number. | Acil durum telefon numarasını aradı. |
| ↑↑↑ | 10 | police | polis | He called the police. | Polisi aradı. |
| ↑↑↑ | 11 | embassy | Elçilik | She called the embassy. | Elçiliği aradı. |
| ↑↑↑ | 12 | to renew | yenilemek | I renewed my passport. | Pasaportumu yeniledim. |
| ↑↑↑ | 13 | Fire! | Yangın var! | | |
| ↑↑↑ | 14 | Be careful! | Dikkatli ol! | Be careful. | Dikkatli ol. |
| ↑↑↑ | 15 | to get hurt | yaralanmak | Someone is hurt. | Yaralı var. |
| ↑↑↑ | 16 | accident | kaza | There has been an accident. | Kaza oldu. |
| ↑↑↑ | 17 | to call | aramak/çağırmak | Call the police! | Polisi arayın! |
| ↑↑↑ | 18 | ambulance | ambulans | Call an ambulance! | Ambulans çağırın! |
| ↑↑↑ | 19 | hurry | acele | | |
| ↑↑↑ | 20 | arm | kol | My arm hurts. | Kolum acıyor. |
| ↑↑↑ | 21 | to break | kırmak | His arm is broken. | Kolu kırılmış. |
| ↑↑↑ | 22 | to report | bildirmek | I want to report a car accident. | Bir araba kazası bildirmek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 23 | to be serious | ciddi olmak | It is a serious accident. | Ciddi bir kaza. |
| ↑↑↑ | 24 | to look like | _e benzemek | It looks like a serious accident. | Ciddi bir kazaya benziyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 30 | 1 | Head | Baş | His head has been hurt. | Başı ağrıyor. |
| ↑↑↑ | 2 | headache | baş ağrısı | I have been having headaches since last week. | Geçen haftadan beri başım ağrıyor. |
| ↑↑↑ | 3 | to be stressed | stres | I was stressed. | Stresliydim. |
| ↑↑↑ | 4 | fever | ateş | He had a fever for three days. | Üç gün boyunca ateşi vardı. |
| ↑↑↑ | 5 | to start | başlamak | It started a week ago. | Bir hafta önce başladı. |
| ↑↑↑ | 6 | Patient | hasta | The patient started to have headaches at 7 pm last night. | Hastanın dün akşam 7'den beri baş ağrısı var. |
| ↑↑↑ | 7 | Tooth | diş | | |
| ↑↑↑ | 8 | Toothache | diş ağrısı | He has been having a toothache since this morning. | Bu sabahtan beri dişi ağrıyor. |
| ↑↑↑ | 9 | gums | diş eti | She has been having gum pain for many days. | Günlerdir diş eti ağrıyor. |
| ↑↑↑ | 10 | dentist | diş doktoru | The dentist asks me to lie down. | Diş doktoru uzanmamı istiyor. |
| ↑↑↑ | 11 | to open one's mouth | ağzını açmak | The dentist asks me to open my mouth. | Diş doktoru ağzımı açmamı istiyor. |
| ↑↑↑ | 12 | to check | kontrol etmek | I ask the dentist to check my teeth. | Diş doktorundan dişlerimi kontrol etmesini istiyorum. |
| ↑↑↑ | 13 | Stomach | mide | | |
| ↑↑↑ | 14 | Stomachache | mide ağrısı | She has been having a stomachache since yesterday. | Dünden beri midesi ağrıyor. |
| ↑↑↑ | 15 | diarrhea | ishal | Maybe you have diarrhea. | Belki ishal oldunuz. |
| ↑↑↑ | 16 | food poisoning | gıda zehirlenmesi | Maybe you have food poisoning. | Belki gıda zehirlenmesi geçiriyorsunuz. |
| ↑↑↑ | 17 | be rotten | bozuk/çürük | Maybe your food was rotten. | Belki yedikleriniz bozuktu. |
| ↑↑↑ | 18 | symptom | belirti | The symptoms are getting worse. | Belirtiler giderek kötüleşiyor. |
| ↑↑↑ | 19 | Doctor | doktor | He has been working as a doctor since 2000. | 2000 yılından beri doktorluk yapıyor. |
| ↑↑↑ | 20 | to see the doctor | doktora görünmek | I need to see the doctor. | Doktora görünmem gerekiyor. |
| ↑↑↑ | 21 | Nurse | hemşire | The patient needs to speak to the nurse. | Hastanın hemşireyle konuşması gerekiyor. |
| ↑↑↑ | 22 | Hospital | hastane | I need to go to the hospital to see the doctor. | Doktora görünmek için hastaneye gitmem gerekiyor. |
| ↑↑↑ | 23 | Drugs | ilaçlar | I need to buy drugs. | İlaç almam gerekiyor. |
| ↑↑↑ | 24 | pharmacy | eczane | I need to go to the pharmacy to buy drugs. | İlaç almak için eczaneye gitmem gerekiyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 31 | 1 | brown | kahverengi | The cat is brown. | Kedinin tüyleri kahverengi. |
| ↑↑↑ | 2 | eyes | gözler | She has brown eyes. | Gözleri kahverengi. |
| ↑↑↑ | 3 | face | yüz | His face is round like a football. | Yüzü futbol topu gibi yuvarlak. |
| ↑↑↑ | 4 | hair | saç | Her hair is soft like silk. | Saçları ipek gibi yumuşak. |
| ↑↑↑ | 5 | baby | bebek | That baby has blue eyes. | Şu bebeğin gözleri mavi. |
| ↑↑↑ | 6 | skin | cilt / ten | She has soft skin like a baby. | Bebek gibi yumuşak bir cildi var. |
| ↑↑↑ | 7 | to compare to | kıyaslamak / karşılaştırmak | Compared to that woman, you are very beautiful. | Sen o kadına kıyasla çok güzelsin. |
| ↑↑↑ | 8 | strong | güçlü | Compared to his friend, he looks very strong. | Arkadaşına kıyasla çok güçlü görünüyor. |
| ↑↑↑ | 9 | thin | ince /zayıf | Compared to that woman, I am thin. | Ben şu kadına kıyasla inceyim. |
| ↑↑↑ | 10 | young | genç | Compared to her age, she looks very young. | Yaşına göre çok genç görünüyor. |
| ↑↑↑ | 11 | leg | bacak | His legs are longer than mine. | Onun bacakları benimkilerden daha uzun. |
| ↑↑↑ | 12 | body | vücut | She is thin, but her body is very strong. | Zayıf ama vücudu çok güçlü. |
| ↑↑↑ | 13 | muscle | kas | His muscles look bigger than before. | Kasları öncesine göre büyük görünüyor. |
| ↑↑↑ | 14 | curly | kıvırcık | Her hair is curlier than before. | Saçları eskisinden daha kıvırcık. |
| ↑↑↑ | 15 | left | sol | He is left-handed. | O solaktır. |
| ↑↑↑ | 16 | arm | kol | His left arm is stronger than before. | Sol kolu eskisinden daha güçlü. |
| ↑↑↑ | 17 | dark | koyu | Her skin is darker and softer than before. | Teni eskisinden daha koyu ve daha yumuşak. |
| ↑↑↑ | 18 | right | sağ | His right arm is stronger than his left arm. | Sağ kolu sol kolundan daha güçlü. |
| ↑↑↑ | 19 | appearance | görünüş | | |
| ↑↑↑ | 20 | to describe | tarif etmek | She describes his appearance. | Dış görünüşünü tarif ediyor. |
| ↑↑↑ | 21 | blue | mavi | That man with blue eyes is my friend. | Mavi gözlü adam benim arkadaşım. |
| ↑↑↑ | 22 | funny | komik | That man who has a round face is very funny. | Yuvarlak yüzlü adam çok komik. |
| ↑↑↑ | 23 | smart | akıllı | That boy with a broken left arm is smart. | Sol kolu kırık olan oğlan akıllı. |
| ↑↑↑ | 24 | sexy | seksi | That woman who has dark skin and long curly hair is very sexy. | Esmer tenli ve uzun kıvırcık saçlı o kadın çok seksi. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 32 | 1 | weather | hava | The weather is nice today. | Bugün hava güzel. |
| ↑↑↑ | 2 | hot | sıcak | It's hot today. | Bugün hava sıcak |
| ↑↑↑ | 3 | cool | serin | It’s cool today. | Bugün hava serin. |
| ↑↑↑ | 4 | sunny | güneşli | It's sunny. | Hava güneşli. |
| ↑↑↑ | 5 | windy | rüzgarlı | It's windy. | Hava rüzgarlı. |
| ↑↑↑ | 6 | freezing | dondurucu | It will be freezing today. | Bugün hava dondurucu olacak. |
| ↑↑↑ | 7 | to rain | yağmur yağmak | It rains. | Yağmur yağıyor. |
| ↑↑↑ | 8 | the rain | yağmur | It's going to rain. | Yağmur yağacak. |
| ↑↑↑ | 9 | to snow | kar yağmak | It's going to snow. | Kar yağacak. |
| ↑↑↑ | 10 | to stop | durmak | The rain is going to stop soon. | Yağmur birazdan duracak. |
| ↑↑↑ | 11 | the snow | kar | The snow has stopped. | Kar durdu. |
| ↑↑↑ | 12 | to start | başlamak | It is starting to snow. | Kar yağmaya başlıyor. |
| ↑↑↑ | 13 | Typhoon | tayfun | It looks like the typhoon is coming. | Görünüşe bakılırsa tayfun geliyor. |
| ↑↑↑ | 14 | storm | fırtına | It looks like the storm is coming. | Görünüşe bakılırsa fırtına geliyor. |
| ↑↑↑ | 15 | temperature | ısı /sıcaklık | | |
| ↑↑↑ | 16 | high | yüksek | The temperature is rather high. | Sıcaklık oldukça yüksek. |
| ↑↑↑ | 17 | low | düşük | The temperature is rather low. | Sıcaklık oldukça düşük. |
| ↑↑↑ | 18 | to rise | yükselmek | It looks like the temperature is rising. | Görünüşe göre sıcaklık yükseliyor. |
| ↑↑↑ | 19 | heavily | şiddetli | It might rain heavily tonight. | Bu gece şiddetli yağmur yağabilir. |
| ↑↑↑ | 20 | to forecast | tahmin etmek | It's forecast to rain. | Yağmur yağacağı tahmin ediliyor. |
| ↑↑↑ | 21 | to be foggy | sisli olma | It may be foggy in the early morning. | Sabahın erken saatlerinde sis olabilir. |
| ↑↑↑ | 22 | snowstorm | kar fırtınası | There may be a snowstorm tomorrow. | Yarın kar fırtınası olabilir. |
| ↑↑↑ | 23 | to be cloudy | bulutlu olma | It's forecast to be cloudy all day. | Bütün gün bulutlu olacağı tahmin ediliyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 33 | 1 | pill | hap | He takes the pill because he has a headache. | Başı ağrıdığı için hap alıyor. |
| ↑↑↑ | 2 | sick | hasta | She goes to see a doctor because she is sick. | Hasta olduğu için doktora gidiyor. |
| ↑↑↑ | 3 | tired | yorgun | My father goes to bed early because he is tired. | Babam yorgun olduğu için erken yatıyor. |
| ↑↑↑ | 4 | thirsty | susamış | He drinks two glasses of water because he is thirsty. | Susamış olduğu için iki bardak su içiyor. |
| ↑↑↑ | 5 | to sweat | terlemek | He sweats because his body temperature is very high. | Vücut ısısı çok yüksek olduğu için terliyor. |
| ↑↑↑ | 6 | reason | sebep | What is the reason? | Sebebi nedir? |
| ↑↑↑ | 7 | prescription | reçete | The doctor wrote the prescription for the patient. | Doktor hasta için reçete yazdı. |
| ↑↑↑ | 8 | to cook | yemek pişirmek | She cooked for him because he was sick. | Hasta olduğu için ona yemek pişirdi. |
| ↑↑↑ | 9 | bouquet | buket (çiçek) | He brought her a bouquet because she was sad. | Üzgün olduğu için ona bir buket çiçek götürdü. |
| ↑↑↑ | 10 | present | hediye | I made this present for her because today is her birthday. | Bugün doğum günü olduğu için ona bunu hediye ettim. |
| ↑↑↑ | 11 | medicine | ilaç | I will buy medicine at the drug store for my mother. | Annem için eczaneden ilaç alacağım. |
| ↑↑↑ | 12 | umbrella | şemsiye | It is raining, so we use umbrellas. | Yağmur yağdığı için şemsiye kullanıyoruz. |
| ↑↑↑ | 13 | air-conditioner | klima | It is hot, so we turned on the air-conditioner. | Hava sıcak olduğu için klimayı açtık. |
| ↑↑↑ | 14 | heater | ısıtıcı | It is cold, so I turn on the heater. | Hava soğuk olduğu için ısıtıcıyı açtım. |
| ↑↑↑ | 15 | window | pencere | It is windy, so I close the window. | Hava rüzgarlı olduğu için pencereyi kapattım. |
| ↑↑↑ | 16 | pain | ağrı | He had back pain so he did not go to work. | Sırtı ağrıdığı için işe gitmedi. |
| ↑↑↑ | 17 | expensive | pahalı | The necklace is so expensive that I cannot afford it. | Kolye o kadar pahalı ki param yetmez. |
| ↑↑↑ | 18 | cheap | ucuz | The raincoat is so cheap that I want to buy many of them. | Yağmurluk öyle ucuz ki daha fazlasını satın almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 19 | beautiful | güzel | The scarf is so beautiful that I want to buy many of them. | Eşarp o kadar güzel ki daha fazlasını satın almak istiyorum. |
| ↑↑↑ | 20 | late | geç | He woke up so late that he missed the bus. | O kadar geç uyandı ki otobüsü kaçırdı. |
| ↑↑↑ | 21 | to cancel | iptal etmek | It was raining so heavily that I canceled my appointment with my friend. | Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki arkadaşımla olan randevumu iptal ettim. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 34 | 1 | to go out | dışarı çıkmak | Would you like to go out with me? | Benimle dışarı çıkmak ister misin? |
| ↑↑↑ | 2 | to join | katılmak | Would you like to join? | Katılmak ister misin? |
| ↑↑↑ | 3 | to dance | dans etmek | Would you like to dance? | Dans etmek ister misin? |
| ↑↑↑ | 4 | to try | denemek | Would you like to try? | Denemek ister misin? |
| ↑↑↑ | 5 | to invite | davet etmek | I would like to invite you for coffee. | Seni kahve içmeye davet etmek isterim. |
| ↑↑↑ | 6 | chance | şans | I will give him one more chance. | Ona bir şans daha vereceğim. |
| ↑↑↑ | 7 | to pick up | almak | I will pick you up this evening. | Seni bu akşam alacağım. |
| ↑↑↑ | 8 | time | zaman | I will not have time until next weekend. | Önümüzdeki haftaya kadar müsait değilim. |
| ↑↑↑ | 9 | to plan | planlamak | I will plan my holiday tomorrow. | Tatilimi yarın planlayacağım. |
| ↑↑↑ | 10 | to be available | müsait olmak | I will be available tonight. | Bu gece müsaitim. |
| ↑↑↑ | 11 | really | gerçekten | I am really happy. | Gerçekten çok mutluyum. |
| ↑↑↑ | 12 | tired | yorgun | I am really tired. | Gerçekten çok yoruldum. |
| ↑↑↑ | 13 | busy | meşgul /yoğun | I am really busy. | Geçekten çok meşgulüm. |
| ↑↑↑ | 14 | to be sure | emin olmak | I am really not sure. | Gerçekten emin değilim. |
| ↑↑↑ | 15 | bored | sıkılmış | I am really bored. | Gerçekten sıkıldım. |
| ↑↑↑ | 16 | angel | melek | You are very beautiful like an angel. | Bir melek kadar güzelsin. |
| ↑↑↑ | 17 | handsome | yakışıklı | He is handsome like his father. | Babası gibi yakışıklı. |
| ↑↑↑ | 18 | good looking | yakışıklı / güzel | He is good looking like his friend. | Arkadaşı gibi yakışıklı. |
| ↑↑↑ | 19 | charming | çekici | He is a charming man. | Çekici bir adam. |
| ↑↑↑ | 20 | doll | oyuncak bebek | | |
| ↑↑↑ | 21 | cute | sevimli | She is cute like a doll. | Bebek gibi sevimli. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 35 | 1 | smile | gülüş | I like your smile. | Gülüşün hoşuma gidiyor. |
| ↑↑↑ | 2 | to smile | gülümsemek /gülmek | You make me smile. | Beni gülümsetiyorsun. |
| ↑↑↑ | 3 | to tremble | ürpermek/titremek | Your smile makes me tremble. | Gülüşün beni titretiyor. |
| ↑↑↑ | 4 | shy | utangaç /mahcup | You make me shy. | Beni utandırıyorsun. |
| ↑↑↑ | 5 | crazy | deli /çılgın | You make me crazy. | Beni delirtiyorsun. |
| ↑↑↑ | 6 | happy | mutlu | You make me happy. | Beni mutlu ediyorsun. |
| ↑↑↑ | 7 | to like | hoşlanmak /beğenmek/sevmek | Because I like you so much. | Çünkü senden çok hoşlanıyorum. |
| ↑↑↑ | 8 | to love | sevmek | Because I love you. | Çünü seni seviyorum. |
| ↑↑↑ | 9 | to have a crush on | abayı yakmak | Because I have a crush on you. | Çünkü sana abayı yaktım. |
| ↑↑↑ | 10 | to miss | özlemek | Because I miss you so much. | Çünkü seni çok özledim. |
| ↑↑↑ | 11 | to spend | harcamak | Because I want to spend every second with you. | Çünkü her saniyeyi seninle geçirmek istiyorum. |
| ↑↑↑ | 12 | to worry | endişelenmek | Because I worry about you. | Çünkü senin için endişeleniyorum. |
| ↑↑↑ | 13 | forever | sonsuza kadar | Even though you love another woman, I will love you forever. | Başka bir kadını sevmene rağmen seni sonsuza kadar seveceğim. |
| ↑↑↑ | 14 | to be sincere | samimi olma | I will be sincere with you forever. | Sana karşı sonsuza kadar samimi olacağım. |
| ↑↑↑ | 15 | to be honest | dürüst olma | Although we cannot live together next year, I will be honest with you. | Önümüzdeki yıl beraber yaşamasak bile sana karşı dürüst olacağım. |
| ↑↑↑ | 16 | to dream | hayal kurmak | Although you don't love me I will dream about you. | Beni sevmesen bile ben senin hayalini kuracağım. |
| ↑↑↑ | 17 | life | hayat | I will spend my life with you. | Hayatımı seninle geçireceğim. |
| ↑↑↑ | 18 | promise | söz | I will keep my promise forever. | Sözümü sonsuza kadar tutacağım. |
| ↑↑↑ | 19 | to mean | ifade etmek | You mean so much to me. | Sen benim için çok şey ifade ediyorsun. |
| ↑↑↑ | 20 | lucky | şanslı | I am very lucky to have you. | Sana sahip olduğum için çok şanslıyım. |
| ↑↑↑ | 21 | to promise | söz vermek | I promise you that I will love you forever. | Seni sonsuza kadar seveceğime söz veriyorum. |
| ↑↑↑ | 22 | to look after | sahip çıkmak | I promise you that I will look after you forever. | Sana sonsuza kadar sahip çıkacağıma söz veriyorum. |
| ↑↑↑ | 23 | to take care | bakmak | I promise you that I will take care of you forever. | Sana sonsuza kadar bakacağıma söz veriyorum. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 36 | 1 | computer | bilgisayar | Whose computer is this? | Bu kimin bilgisayarı? |
| ↑↑↑ | 2 | to use | kullanmak | My friend whose eyes are blue is using my computer. | Mavi gözlü arkadaşım benim bilgisayarımı kullanıyor. |
| ↑↑↑ | 3 | to turn on | açmak | That man whose bag is white is turning on the computer. | Beyaz çantalı şu adam bilgisayarı açıyor. |
| ↑↑↑ | 4 | to shut down | kapatmak | That woman with brown hair is shutting down the computer. | Kahverengi saçlı şu kadın bilgisayarı kapatıyor. |
| ↑↑↑ | 5 | Website | web sitesi | That teacher, whose brother is a programmer, has a famous website. | Erkek kardeşi programcı olan o öğretmenin çok ünlü bir web sitesi var. |
| ↑↑↑ | 6 | mobile phone | cep telefonu | | |
| ↑↑↑ | 7 | blog | blog | Why don't you read a blog about health? | Neden sağlık ile ilgili bir blog okumuyorsun? |
| ↑↑↑ | 8 | picture | fotoğraf | This is the picture of her. | Bu onun fotoğrafı. |
| ↑↑↑ | 9 | profile | profil | I have not seen her profile yet. | Henüz profilini görmedim. |
| ↑↑↑ | 10 | to post | post atmak /paylaşım yapmak | He posts about his life every day. | Her gün kendi hayatı ile ilgili paylaşım yapıyor. |
| ↑↑↑ | 11 | to tag | etiketlemek | Why don't you tag your boyfriend in this picture? | Bu fotoğrafta neden erkek arkadaşını etiketlemiyorsun? |
| ↑↑↑ | 12 | to comment | yorum yapmak | Her boyfriend commented on her post. | Erkek arkadaşı paylaşımına yorum yazdı. |
| ↑↑↑ | 13 | follower | takipçi | That actor has more than 10 million followers. | O oyuncunun 10 milyondan fazla takipçisi var. |
| ↑↑↑ | 14 | to unfollow | takip etmeyi bırakmak | This is the profile of the actor whom I unfollowed. | Bu takip etmeyi bıraktığım oyuncunun profili. |
| ↑↑↑ | 15 | to send a friend request | arkadaşlık isteği göndermek | This is a picture of the woman whom I sent a friend request last night. | Bu, dün gece arkadaşlık isteği gönderdiğim kadının fotoğrafı. |
| ↑↑↑ | 16 | to contact | iletişim kurmak | That is the woman whom I contacted yesterday. | O, dün iletişim kurduğum kadın. |
| ↑↑↑ | 17 | to like | hoşlanmak /beğenmek/sevmek | He is the one whom I like. | O, benim beğendiğim kişi. |
| ↑↑↑ | 18 | to send a message | mesaj göndermek | I will send you a message after I get home. | Eve gidince sana mesaj göndereceğim. |
| ↑↑↑ | 19 | to reply | cevap vermek | I will reply to her when I am not busy. | Meşgul olmadığım zaman ona cevap vereceğim. |
| ↑↑↑ | 20 | message | mesaj | I will read his message after I finish my homework. | Ev ödevimi bitirdikten sonra onun mesajını okuyacağım. |
| ↑↑↑ | 21 | to chat | sohbet | I will chat with her after I finish my work. | İşimi bitirdikten sonra onunla sohbet edeceğim. |
| ↑↑↑ | 22 | to type | yazmak | I will type a message after I read the book. | Kitabı okuduktan sonra mesaj yazacağım. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 37 | 1 | blonde | sarı saçlı /sarışın | He said he liked a girl who has blonde hair. | Sarı saçlı bir kızı beğendiğini söyledi. |
| ↑↑↑ | 2 | muscular | kaslı | She said she liked muscular men. | Kaslı erkekleri beğendiğini söyledi. |
| ↑↑↑ | 3 | straight | düz | My friend said she liked straight hair. | Arkadaşım düz saçtan hoşlandığını söyledi. |
| ↑↑↑ | 4 | perfect | mükemmel | He said he would find a perfect woman one day. | Bir gün mükemmel bir kadın bulacağını söyledi. |
| ↑↑↑ | 5 | strange | tuhaf | She said that guy was strange. | O adamın tuhaf olduğunu söyledi. |
| ↑↑↑ | 6 | to tell | söylemek / anlatmak | Although he told her not to come, she still came to his home. | Ona evine gelmemesini söylemesine rağmen yine de gitti. |
| ↑↑↑ | 7 | summer | yaz | They told us yesterday that they met each other last summer. | Dün bize geçen yaz tanıştıklarını söylediler. |
| ↑↑↑ | 8 | winter | kış | He told me that he broke up with his girlfriend last winter. | Kız arkadaşıyla ilişkisini geçen kış bitirdiğini söyledi. |
| ↑↑↑ | 9 | to flirt | flört etmek | She told me this morning that a man flirted with her at the party last night. | Bu sabah bana dün gece partide bir adamın onunla flört ettiğini söyledi. |
| ↑↑↑ | 10 | to go on a date | görüşmek / çıkmak | Last month, he told me that he wanted to go on a date with her. | Geçen ay bana onunla çıkmak istediğini söyledi. |
| ↑↑↑ | 11 | to cry | ağlamak | Don't cry. | Ağlama. |
| ↑↑↑ | 12 | to laugh | gülmek | Don't laugh. | Gülme. |
| ↑↑↑ | 13 | affair | kaçamak ilişki | Don't have an affair. | Kaçamak ilişkin olmasın. |
| ↑↑↑ | 14 | to interrupt | bölmek | Don't interrupt us. | Bizi bölme. |
| ↑↑↑ | 15 | to hold hands | el ele tutuşmak | She told him to hold hands. | Ona ele ele tutuşmalarını söyledi. |
| ↑↑↑ | 16 | to confess | itiraf etmek | She told him to confess that he had an affair. | Ona kaçamak bir ilişki yaşadığını itiraf etmesini söyledi. |
| ↑↑↑ | 17 | to ask | sormak | I asked him how he felt. | Ona nasıl hissettiğini sordum. |
| ↑↑↑ | 18 | name | ad | He asked me last night what her name is. | Dün gece bana onun adını sordu. |
| ↑↑↑ | 19 | surname | soyadı | The doctor asked the patient what his surname is. | Doktor hastaya soyadını sordu. |
| ↑↑↑ | 20 | hometown | memleket | She asked him last week where his hometown was. | Geçen hafta memleketinin neresi olduğunu sordu. |
| ↑↑↑ | 21 | if | eğer | He asked me yesterday if I love him. | Dün bana onu sevip sevmediğimi sordu. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 38 | 1 | knife | bıçak | Use a knife to cut. | Kesmek için bıçak kullanın. |
| ↑↑↑ | 2 | fork | çatal | Use a fork to eat. | Yemek için çatal kullanın. |
| ↑↑↑ | 3 | spoon | kaşık | Use a spoon to eat soup. | Çorba içmek için kaşık kullanın. |
| ↑↑↑ | 4 | to fry | kızartmak | Fry the chicken for a minute. | Tavuğu bir dakika boyunca kızartın. |
| ↑↑↑ | 5 | to steam | buğulamak /buharda pişirmek | Steam the fish for about an hour. | Balığı bir saat kadar buharda pişirin. |
| ↑↑↑ | 6 | to wash | yıkamak | Wash the vegetables. | Sebzeleri yıkayın. |
| ↑↑↑ | 7 | to peel | soymak | First, peel the potatoes. | İlk önce, patatesleri soyun. |
| ↑↑↑ | 8 | to cut | kesmek | Next, cut it in half. | Sonra, onları ikiye bölün. |
| ↑↑↑ | 9 | to chop | doğramak | Then, chop some mint leaves. | Daha sonra, biraz nane yaprağı doğrayın. |
| ↑↑↑ | 10 | to put | koymak /eklemek | After that, put in a little salt. | Ondan sonra, biraz tuz ekleyin. |
| ↑↑↑ | 11 | to stir fry | karıştırarak pişirmek | Next, stir fry all vegetables for five minutes. | Daha sonra bütün sebzeleri beş dakika boyunca karıştırarak pişirin. |
| ↑↑↑ | 12 | to mix | karıştırmak | Finally, mix them all together. | Son olarak, hepsini karıştırın. |
| ↑↑↑ | 13 | fragrant | kokulu | Keep frying the garlic in a pan until fragrant. | Sarımsağı kokusu çıkana kadar tavada pişirmeye devam edin. |
| ↑↑↑ | 14 | pan | tava | Fry an egg in a pan. | Sahanda bir yumurta pişirin. |
| ↑↑↑ | 15 | to boil | kaynatmak | Boil 5 eggs for 6 minutes or until they are ready. | 5 yumurtayı 6 dakika veya pişene kadar haşlayın. |
| ↑↑↑ | 16 | pot | tencere | Mix all the vegetables together in the pot. | Tüm sebzeleri bir tencerede karıştırın. |
| ↑↑↑ | 17 | to grill | ızgarada pişirmek | Keep grilling the steak until it is ready. | Bifteği hazır olana kadar ızgarada pişirmeye devam edin. |
| ↑↑↑ | 18 | to bake | fırında pişirmek | Keep baking the cakes for 40 minutes until fragrant. | Kekleri kokuları çıkana kadar 40 dakika fırında pişirin. |
| ↑↑↑ | 19 | to heat | ısıtmak | Heat the soup in the pot. | Çorbayı tencerede ısıtın. |
| ↑↑↑ | 20 | microwave | mikrodalga | Heat the rice in the microwave. | Pilavı mikrodalgada ısıtın. |
| ↑↑↑ | 21 | pizza | pizza | Heat the pizza in the microwave. | Pizzayı mikrodalgada ısıtın. |
| ↑↑↑ | 22 | oven | fırın | Finally, bake the pizza in the oven. | Son olarak, pizzayı fırında pişirin. |
| ↑↑↑ | 23 | fridge | buzdolabı | Put the milk in the fridge. | Sütü buzdolabına koyun. |
| ↑↑↑ | 24 | kettle | su ısıtıcısı | Boil water in the kettle. | Su ısıtıcısında su kaynatın. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 39 | 1 | alien | uzaylı | We watched a movie about aliens yesterday. | Dün uzaylılar hakkında bir film izledik. |
| ↑↑↑ | 2 | news | haber | This morning's news was about a famous singer. | Bu sabahki haberler ünlü bir şarkıcı ile ilgiliydi. |
| ↑↑↑ | 3 | murder | cinayet | There was a murder last night. | Dün gece bir cinayet işlendi. |
| ↑↑↑ | 4 | drama | dram | This drama story was about murder. | Bu dram hikayesi cinayetle ilgiliydi. |
| ↑↑↑ | 5 | novel | roman | That novel was about love. | O roman aşk hakkındaydı. |
| ↑↑↑ | 6 | to kill | öldürmek | In that movie, the aliens killed all the humans. | O filmde uzaylılar bütün insanları öldürdü. |
| ↑↑↑ | 7 | ghost | hayalet | Although I have not seen a ghost, I'm scared of ghosts. | Hiç hayalet görmemiş olmama rağmen hayaletlerden korkuyorum. |
| ↑↑↑ | 8 | horror | korku | I heard that this horror book is about a ghost. | Bu korku kitabının bir hayalet hakkında olduğunu duydum. |
| ↑↑↑ | 9 | adventure | macera | I heard that this adventure film is very good. | Bu macera filminin çok iyi olduğunu duydum. |
| ↑↑↑ | 10 | romantic | romantik | She heard that this drama story is romantic. | Bu dram hikayesinin romantik olduğunu duymuş. |
| ↑↑↑ | 11 | comedy | komedi | We watched a comedy movie at the cinema. | Sinemada bir komedi filmi izledik. |
| ↑↑↑ | 12 | story | hikaye | I heard that this story is about two people. | Bu hikayenin iki kişi hakkında olduğunu duydum. |
| ↑↑↑ | 13 | to find | bulmak | I find this story very romantic. | Bu hikayeyi çok romantik buluyorum. |
| ↑↑↑ | 14 | funny | komik | I found that this story is very funny. | Bu hikayeyi çok komik buldum. |
| ↑↑↑ | 15 | sad | hüzünlü /üzücü | We thought the song was so sad. | Şarkının çok hüzünlü olduğunu düşündük. |
| ↑↑↑ | 16 | interesting | ilginç | I think this is interesting. | Bunun ilginç olduğunu düşünüyorum. |
| ↑↑↑ | 17 | boring | sıkıcı | I found that this movie about murder is so boring. | Bu cinayet filmini çok sıkıcı buldum. |
| ↑↑↑ | 18 | war | savaş | I find that war movie is so sad. | Savaş filmini çok hüzünlü buluyorum. |
| ↑↑↑ | 19 | opinion | görüş | He gave only two opinions about the movie. | Filmle ilgili sadece iki görüş beyan etti. |
| ↑↑↑ | 20 | idea | fikir | I only have one idea right now. | Şu anda sadece bir fikrim var. |
| ↑↑↑ | 21 | to express | ifade etmek | She just expressed her opinion. | Sadece görüşünü ifade etti. |
| ↑↑↑ | 22 | to be heartbroken | kalbi kırılma | He was just heartbroken. | Tam anlamıyla kalbi kırıldı. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 40 | 1 | to repeat | tekrarlamak | Could you repeat that again, please? | Bir kez daha tekrarlayabilir misiniz lütfen? |
| ↑↑↑ | 2 | to explain | açıklamak | Could you explain that again, please? | Bir kez daha açıklayabilir misiniz lütfen? |
| ↑↑↑ | 3 | details | detaylar | Could you explain the details again, please? | Detayları bir kez daha açıklayabilir misiniz lütfen? |
| ↑↑↑ | 4 | slowly | yavaş yavaş | Could you explain the details again and speak more slowly, please? | Detayları bir kez daha açıklayabilir ve daha yavaş konuşabilir misininiz lütfen? |
| ↑↑↑ | 5 | clearly | açık olarak | Can you speak more clearly, please? | Daha açık olarak konuşabilir misiniz lütfen? |
| ↑↑↑ | 6 | to suggest | önermek | Could you suggest a new idea, please? | Yeni bir fikir önerebilir misiniz lütfen? |
| ↑↑↑ | 7 | to continue | devam etmek | Shall I continue? | Devam edeyim mi? |
| ↑↑↑ | 8 | result | sonuç | | |
| ↑↑↑ | 9 | to review | gözden geçirmek | Shall we review the results? | Sonuçları gözden geçirelim mi? |
| ↑↑↑ | 10 | problem | problem /sorun | This is a big problem. | Bu büyük bir sorun. |
| ↑↑↑ | 11 | to deal | başa çıkmak | We shall deal with the problem now. | Sorunla şimdi başa çıkacağız. |
| ↑↑↑ | 12 | to answer | cevap vermek | We shall try to answer these questions. | Bu soruları cevaplandırmaya çalışacağız. |
| ↑↑↑ | 13 | target | hedef | This is our target. | Bu bizim hedefimiz. |
| ↑↑↑ | 14 | agenda | toplantı gündemi | We have to write the agenda now. | Şimdi toplantı gündemini yazmak zorundayız. |
| ↑↑↑ | 15 | to work hard | çok çalışmak | We have to work hard. | Çok çalışmak zorundayız. |
| ↑↑↑ | 16 | to achieve | başarmak | We have to work hard to achieve the targets. | Hedeflere ulaşmak için çok çalışmak zorundayız. |
| ↑↑↑ | 17 | team | ekip | Our team has to work hard to deal with the problem. | Ekibimiz sorunla başa çıkmak için çok çalışmak zorunda. |
| ↑↑↑ | 18 | E-mail | e-posta | I have to write an E-mail about the problem to everyone. | Sorunla ilgli herkese bir e-posta göndermek zorundayım. |
| ↑↑↑ | 19 | meeting | toplantı | Let's start the meeting. | Toplantıyı başlatalım. |
| ↑↑↑ | 20 | minutes | tutanaklar | Let's review the meeting minutes. | Toplantı tutanaklarını gözden geçirelim. |
| ↑↑↑ | 21 | reason | sebep | Let's find out the reasons and then talk to the manager. | Nedenlerini öğrenelim ve ondan sonra müdürle konuşalım. |
| ↑↑↑ | 22 | to summarize | özetlemek | Let's summarize the results. | Sonuçları özetleyelim. |
| ↑↑↑ | 23 | to agree | anlaşmaya varmak | Let's agree on an idea. | Bir fikir üzerinde anlaşmaya varalım. |
| ↑↑↑ | 24 | boss | patron / şef | Let's go to meet the boss. | Patronla görüşmeye gidelim. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 41 | 1 | opportunity | fırsat / olanak | This is her opportunity. | Bu onun için bir fırsat |
| ↑↑↑ | 2 | to complain | şikayet etmek | The manager complained to her. | Müdürü ondan şikayet etti. |
| ↑↑↑ | 3 | to hire | işe almak | He was hired by his boss last month. | Patronu tarafından geçen ay işe alındı. |
| ↑↑↑ | 4 | to fire | işten atmak | He was fired by his manager. | Müdürü onu işten attı. |
| ↑↑↑ | 5 | to promote | terfi ettirmek | She was promoted to be a manager. | O müdürlüğe terfi ettirildi. |
| ↑↑↑ | 6 | colleague | iş arkadaşı / çalışma arkadaşı | Her idea was stolen by her colleague. | İş arkadaşı onun fikrini çaldı. |
| ↑↑↑ | 7 | to discuss | tartışmak | This problem should be discussed in detail. | Bu sorun detaylı olarak tartışılmalı. |
| ↑↑↑ | 8 | to present | sunmak | The plan should be presented to everyone. | Plan herkese sunulmalı. |
| ↑↑↑ | 9 | data | veriler | The data should be reviewed by tomorrow. | Veriler yarına kadar gözden geçirilmeli. |
| ↑↑↑ | 10 | to analyze | analiz etmek | The data should be analyzed by next week. | Veriler önümüzdeki haftaya kadar analiz edilmeli. |
| ↑↑↑ | 11 | job | iş | The details of this job should be reviewed before next Monday. | Bu işle ilgili detaylar önümüzdeki Pazartesiden önce gözden geçirilmeli. |
| ↑↑↑ | 12 | to check | kontrol etmek | The details of the email should be checked by the secretary. | E-postanın detayları sekreter tarafından kontrol edilmeli. |
| ↑↑↑ | 13 | to interview | mülakat yapmak | All employees must be interviewed for a promotion. | Terfi için bütün çalışanlarla mülakat yapılmalı. |
| ↑↑↑ | 14 | to approve | onaylamak | The agenda must be approved by my manager next week. | Toplantı gündemi önümüzdeki hafta müdürüm tarafından onaylanmalı. |
| ↑↑↑ | 15 | contract | kontrat | The contract will be approved by the manager tomorrow. | Kontrat yarın müdür tarafından onaylanacak. |
| ↑↑↑ | 16 | human resource | İnsan Kaynakları | First, the contract must be reviewed by Human Resources. | Önce, kontrat İnsan Kaynakları tarafından gözden geçirilmeli. |
| ↑↑↑ | 17 | applicant | başvuru sahibi / aday | The applicants have been waiting for the job interview since this morning. | Adaylar bu sabahtan beri iş görüşmesi için bekliyorlar. |
| ↑↑↑ | 18 | to apply | başvurmak | He wants to apply for the job here because the company is very famous. | Şirket çok tanınmış olduğu için buraya iş başvurusu yapmak istiyor. |
| ↑↑↑ | 19 | to get | bulmak / almak | He got a job. | Bir iş buldu. |
| ↑↑↑ | 20 | part-time job | yarı-zamanlı iş | He got a part-time job at the supermarket. | Süpermarkette yarı-zamanlı bir iş buldu. |
| ↑↑↑ | 21 | full-time job | tam-zamanlı iş | He got a full-time job at a big company. | Büyük bir şirkette tam-zamanlı bir iş buldu. |
| ↑↑↑ | 22 | apprenticeship | çıraklık | He got an apprenticeship opportunity. | Çıraklık olanağı buldu. |
| ↑↑↑ | 23 | employee | işçi / çalışan /eleman | I heard that employees of this company work hard. | Bu şirketin elemanlarının çok çalıştığını duydum. |
| ↑↑↑ | 24 | bonus | ikramiye | A bonus was given to everyone in the company last year. | Geçen yıl şirketteki herkese ikramiye verildi. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 42 | 1 | method | yöntem | Let me explain the method. | Yöntemi açıklayayım. |
| ↑↑↑ | 2 | to gather | toplamak | Let me gather all data. | Tüm verileri toparlayayım. |
| ↑↑↑ | 3 | secret | sır | Let me tell my secret first. | Önce sırrımı anlatayım. |
| ↑↑↑ | 4 | to fix | düzeltmek /halletmek | He lets her fix her problems by herself. | Sorunlarını kendi başına halletmesine izin veriyor. |
| ↑↑↑ | 5 | topic | konu | The teacher lets the students find the topic that they are interested in. | Öğretmen, öğrencilerin ilgi duydukları konuyu bulmalarına izin veriyor. |
| ↑↑↑ | 6 | to prefer | tercih etmek | I preferred the idea which he suggested. | Önerdiği fikri tercih ettim. |
| ↑↑↑ | 7 | report | rapor | They did not approve the report that I wrote. | Yazdığım raporu onaylamadılar. |
| ↑↑↑ | 8 | to solve | çözmek | We did not discuss the problem that we should solve. | Çözmemiz gereken sorunu tartışmadık. |
| ↑↑↑ | 9 | solution | çözüm | We did not agree on the solution that he suggested. | Önerdiği çözüm üzerinde anlaşmadık. |
| ↑↑↑ | 10 | project | proje | In the last meeting, he did not present his project. | Son toplantıda projesini sunmadı. |
| ↑↑↑ | 11 | consultant | danışman | Last month was the time when we hired consultants. | Danışmanları geçen ay işe aldık. |
| ↑↑↑ | 12 | employer | işveren / patron | The month when the employer pays a bonus is December. | İşveren, ikramiyeyi Aralık ayında öder. |
| ↑↑↑ | 13 | first | ilk | The year when we hired our first employee was 2005. | İlk çalışanımızı 2005 yılında işe aldık. |
| ↑↑↑ | 14 | profit | kâr | We will know our company's profit tomorrow. | Şirketin kârını yarın öğreneceğiz. |
| ↑↑↑ | 15 | salary | maaş | The day when he will get his salary is 31.12. | Maaşını 31.12 (31 Aralık) tarihinde alacak. |
| ↑↑↑ | 16 | skills | beceriler | He was promoted very quickly because he has many skills. | Birçok yeteneği olduğu için çok çabuk terfi ettirildi. |
| ↑↑↑ | 17 | experience | deneyim | The reason why we hired him is because he has a lot of experience. | Çok deneyimli olduğu için onu işe aldık. |
| ↑↑↑ | 18 | late | geç | The reason why he was fired is because he always comes to work late. | Her zaman işe geç geldiği için işten atıldı. |
| ↑↑↑ | 19 | to promote | teslim etmek | She was then promoted because she made the company a lot of money. | Çok fazla kâr sağladığı için terfi ettirildi. |
| ↑↑↑ | 20 | to quit | bırakmak | The reason why he quit is because he found a new job. | Bırakmasının sebebi, yeni bir iş bulması. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 43 | 1 | sky | gökyüzü | The sky is blue today. | Gökyüzü bugün mavi. |
| ↑↑↑ | 2 | earth | dünya /yeryüzü | We live on earth. | Biz dünyada yaşıyoruz. |
| ↑↑↑ | 3 | moon | ay | The moon is smaller than the Earth. | Ay dünyadan daha küçüktür. |
| ↑↑↑ | 4 | sun | güneş | The moon is smaller than the sun. | Ay güneşten daha küçüktür. |
| ↑↑↑ | 5 | stars | yıldızlar | There are a lot of stars in the sky. | Gökyüzünde çok fazla yıldız var. |
| ↑↑↑ | 6 | bright | parlak | The stars are brighter today than yesterday. | Yıldızlar bugün dünden daha parlak. |
| ↑↑↑ | 7 | garden | bahçe | My garden is bigger than his garden. | Benim bahçem onun bahçesinden daha büyük. |
| ↑↑↑ | 8 | flower | çiçek | My garden has more flowers than his garden. | Benim bahçemde onun bahçesinden daha çok çiçek var. |
| ↑↑↑ | 9 | tree | ağaç | I prefer flowers to trees. | Çiçekleri ağaçlara tercih ederim. |
| ↑↑↑ | 10 | bee | arı | This garden has more bees than that garden because it has more flowers. | Bu bahçede daha çok çiçek olduğu için şu bahçeye göre daha fazla arı var. |
| ↑↑↑ | 11 | equal | eşit | His garden and my garden are equally beautiful. | Onun bahçesi ve benim bahçem eşit derecede güzel. |
| ↑↑↑ | 12 | animal | hayvan | I don't like to let animals enter my garden. | Hayvanların bahçeme girmesine izin vermekten hoşlanmıyorum. |
| ↑↑↑ | 13 | desert | çöl | The largest desert is in Antarctica. | En büyük çöl Antarktika'dadır. |
| ↑↑↑ | 14 | world | dünya | The biggest animal in the world is the blue whale. | Mavi balina dünyanın en büyük hayvanıdır. |
| ↑↑↑ | 15 | ocean | okyanus | The biggest ocean in the world is the Pacific Ocean. | Pasifik Okyanusu dünyanın en büyük okyanusudur. |
| ↑↑↑ | 16 | mountain | dağ | The highest mountain in the world is Mount Everest. | Everest Dağı dünyanın en yüksek dağıdır. |
| ↑↑↑ | 17 | river | nehir | The longest river in the world is in South America. | Dünyanın en uzun nehri Güney Amerika'da bulunuyor. |
| ↑↑↑ | 18 | water fall | şelale | Waterfalls are the most beautiful during summer. | Şelalelerin en güzel olduğu zaman yaz aylarıdır. |
| ↑↑↑ | 19 | hot spring | kaplıca | The hot spring is most visited in Winter. | Kaplıcalar en çok ziyaretçiyi kış mevsiminde çeker. |
| ↑↑↑ | 20 | island | ada | The island is most crowded during the summer. | Adanın en kalabalık olduğu zaman yaz aylarıdır. |
| ↑↑↑ | 21 | dangerous | tehlikeli | An animal is most dangerous when it is hungry. | Bir hayvan, en çok aç olduğunda tehlikelidir. |
| ↑↑↑ | 22 | jungle | orman | The jungle is the most dangerous at night. | Ormanın en tehlikeli olduğu zamanlar geceleridir. |
| ↑↑↑ | 23 | lake | göl | The lake is my least favorite place. | Göl benim en az hoşlandığım yerdir. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 44 | 1 | earthquake | deprem | Japan has frequent earthquakes. | Japonya'da sık sık deprem olur. |
| ↑↑↑ | 2 | village | köy | Villages on the island have frequent earthquakes. | Adadaki köylerde sık sık deprem olur. |
| ↑↑↑ | 3 | flood | sel /su baskını | Villages around a river experience floods frequently. | Nehir kıyısındaki köylerde sık sık su baskınları yaşanır. |
| ↑↑↑ | 4 | mudslide | çamur kayması | After the heavy rain, there are frequent mudslides. | Şiddetli yağmurun ardından sık sık çamur kayması meydana gelir. |
| ↑↑↑ | 5 | city | şehir | The reason why this city often has floods is because the city is located near the river. | Nehre yakın olması nedeniyle bu şehirde çoğu zaman su baskınları yaşanır. |
| ↑↑↑ | 6 | to occur | meydana gelmek | Earthquakes occur every year. | Depremler her yıl meydana geliyor. |
| ↑↑↑ | 7 | Hurricane | kasırga | Hurricanes usually occur in June. | Kasırgalar genellike Haziran ayında meydana gelir. |
| ↑↑↑ | 8 | Tsunami | tsunami | Earthquakes usually occur before a Tsunami. | Depremler genellikle tsunami öncesinde meydana gelir. |
| ↑↑↑ | 9 | lightning | şimşek | There is usually lightning before a storm. | Fırtına öncesinde genellikle şimşek çakar. |
| ↑↑↑ | 10 | forest fire | orman yangını | Forest fires usually occur in Summer. | Orman yangınları genellikle yaz aylarında meydana gelir. |
| ↑↑↑ | 11 | to damage | hasar vermek | Earthquakes can damage everything. | Depremler her şeye hasar verebilir. |
| ↑↑↑ | 12 | to destroy | yok etmek | A tsunami can destroy a big ship. | Tsunami büyük bir gemiyi yok edebilir. |
| ↑↑↑ | 13 | to uproot | yerinden etmek | A forest fire can uproot all animals in the forest. | Orman yangını, ormanda yaşayan tüm hayvanları yerlerinden edebilir. |
| ↑↑↑ | 14 | to ruin | harap etmek | An earthquake can ruin the whole city. | Bir deprem bütün bir şehri harap edebilir. |
| ↑↑↑ | 15 | to cause | neden olmak | The heavy rain caused a flood. | Şiddetli yağmur sele neden oldu. |
| ↑↑↑ | 16 | volcano | yanardağ | A volcanic eruption causes earthquakes. | Yanardağ patlaması depremlere yol açar. |
| ↑↑↑ | 17 | panic | panik | Fire causes panic. | Yangın paniğe yol açar. |
| ↑↑↑ | 18 | to die | ölmek | Forest fires cause animals to die. | Orman yangınları hayvanların ölümüne neden olur. |
| ↑↑↑ | 19 | nature | doğa | Floods often occur because humans destroy nature. | İnsanlar doğayı yok ettikleri için seller sıklıkla meydana geliyor. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 45 | 1 | rocket | roket | He likes to read about rockets. | Roketler hakkında okumaktan hoşlanır. |
| ↑↑↑ | 2 | sky | gökyüzü | I like to look at the sky at night. | Geceleri gökyüzüne bakmaktan hoşlanırım. |
| ↑↑↑ | 3 | to observe | gözlemlemek | She does not like to observe the stars in the sky. | Gökyüzündeki yıldızları gözlemlemekten hoşlanmaz. |
| ↑↑↑ | 4 | telescope | teleskop | She likes to use the telescope to watch the sky. | Teleskopla gökyüzünü seyretmekten hoşlanır. |
| ↑↑↑ | 5 | planet | gezegen | She likes to use a telescope to observe planets at night. | Gece gezegenleri gözlemlemek için teleskop kullanmaktan hoşlanır. |
| ↑↑↑ | 6 | astronaut | astronot | I think being an astronaut is an interesting job. | Bence astronotluk ilginç bir iş. |
| ↑↑↑ | 7 | Saturn | Satürn | I doubt that humans can live on Saturn. | İnsanların Satürn'de yaşayabileceğinden kuşkuluyum. |
| ↑↑↑ | 8 | lunar eclipse | Ay tutulması | I doubt that we can see the lunar eclipse tonight. | Bu gece ay tutulmasını görebileceğimizden kuşkuluyum. |
| ↑↑↑ | 9 | full moon | dolunay | She believes that she can talk to ghosts on the full moon day. | Dolunay olduğu gün hayaletlerle konuşabileceğine inanıyor. |
| ↑↑↑ | 10 | atmosphere | atmosfer | The astronaut believes that the moon does not have an atmosphere. | Astronot, ayın bir atmosferi olmadığına inanıyor. |
| ↑↑↑ | 11 | diameter | çap | I doubt that the diameter of the earth is bigger than Saturn's. | Dünyanın çapının Satürn'inkinden daha büyük olduğundan kuşkuluyum. |
| ↑↑↑ | 12 | to imagine | hayal etmek | I imagine there are aliens. | Uzaylıların var olduğunu hayal ediyorum. |
| ↑↑↑ | 13 | Solar eclipse | Güneş tutulması | I can't imagine how the solar eclipse would destroy the world. | Güneş tutulmasının dünyayı nasıl yok edebileceğini hayal edemiyorum. |
| ↑↑↑ | 14 | solar system | güneş sistemi | I imagine there are two suns in our solar system. | Güneş sistemimizde iki güneş olduğunu hayal ediyorum. |
| ↑↑↑ | 15 | satellite | uydu | I imagine that in ten years time, there will be many satellites in the sky. | On yıl içinde gökyüzünde çok sayıda uydu olacağını hayal ediyorum. |
| ↑↑↑ | 16 | spaceship | uzay gemisi | I imagine that we can take a spaceship to the moon. | Ay'a bir uzay gemisiyle gidebileceğimizi hayal ediyorum. |
| ↑↑↑ | 17 | to suppose | tahmin etmek | I suppose there are many solar systems. | Birçok güneş sisteminin var olduğunu tahmin ediyorum. |
| ↑↑↑ | 18 | galaxy | galaksi | Earth is a planet in a solar system of the galaxy. | Dünya, galaksinin güneş sistemindeki bir gezegendir. |
| ↑↑↑ | 19 | universe | evren | I suppose there are many galaxies in the universe. | Evrende bir çok galaksinin var olduğunu tahmin ediyorum. |
| ↑↑↑ | 20 | orbit | yörünge | I just realized the orbit of the Earth is not a circle. | Dünyanın yörüngesinin daire şeklinde olmadığını şimdi fark ettim. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 46 | 1 | to fix | tamir etmek /düzeltmek | I fixed the table myself. | Masayı kendim tamir ettim. |
| ↑↑↑ | 2 | door | kapı | I had my husband fix the door. | Kapıyı kocama tamir ettirdim. |
| ↑↑↑ | 3 | to paint | boyamak | I had him paint the door red. | Kapıyı ona kırmızıya boyattım. |
| ↑↑↑ | 4 | roof | çatı | I had him fix the roof. | Çatıyı ona tamir ettirdim. |
| ↑↑↑ | 5 | living room | oturma odası | She had him paint the living room blue. | Oturma odasını ona maviye boyattı. |
| ↑↑↑ | 6 | kitchen | mutfak | The kitchen was painted white last week. | Mutfak geçen hafta beyaza boyandı. |
| ↑↑↑ | 7 | sink | lavabo | The sink was fixed yesterday. | Lavabo dün tamir edildi. |
| ↑↑↑ | 8 | to keep | muhafaza etmek /tutmak /saklamak | Fruits are kept in the kitchen. | Mevyeler mutfakta muhafaza edilir. |
| ↑↑↑ | 9 | storage room | depo | Old clothes were kept in the storage room. | Eski giysiler depoda muhafaza edildi. |
| ↑↑↑ | 10 | closet | dolap | Old shoes were kept in the red closet. | Eski ayakkabılar kırmızı dolapta muhafaza edildi. |
| ↑↑↑ | 11 | bedroom | yatak odası | My mother has allowed me to paint the bedroom blue | Annem yatak odasını maviye boyamama izin verdi. |
| ↑↑↑ | 12 | to remind | hatırlatmak | She reminded him to paint the door white. | Kapıyı beyaza boyamasını hatırlattı. |
| ↑↑↑ | 13 | curtains | perdeler | He forced me to change the curtains. | Beni perdeleri değiştirmeye zorladı. |
| ↑↑↑ | 14 | to advise | tavsiye etmek | The doctor advised me to sleep eight hours per day. | Doktor günde sekiz saat uyumamı tavsiye etti. |
| ↑↑↑ | 15 | pillow | yastık | The doctor advised me to sleep with a pillow. | Doktor yastıkla uyumamı tavsiye etti. |
| ↑↑↑ | 16 | blanket | battaniye | I told him to keep the blanket in the bedroom. | Battaniyeyi yatak odasında tutmasını söyledim. |
| ↑↑↑ | 17 | bookshelf | kitaplık | I just helped her put her books on the bookshelf. | Sadece kitaplarını kitaplığa yerleştirmesine yardım ettim. |
| ↑↑↑ | 18 | window | pencere | He just helped me clean the windows. | Sadece pencereleri temizlemeye yardım etti. |
| ↑↑↑ | 19 | to decorate | dekore etmek / süslemek | She helped him decorate his bedroom. | Yatak odasını dekore etmesine yardım ediyor. |
| ↑↑↑ | 20 | to renovate | yenilemek | I helped him renovate his house. | Evini yenilemesine yardım ettim. |
| ↑↑↑ | 21 | to build | inşa etmek / yapmak | He helped his father build a new kitchen. | Babasının yeni bir mutfak yapmasına yardım etti. |
| ↑↑↑ | 22 | to replace | yenilemek / değiştirmek | He just replaced the closet in the bedroom. | Sadece yatak odasındaki dolabı yeniledi. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 47 | 1 | to break | kırmak / bozmak | | |
| ↑↑↑ | 2 | robber | soyguncu / hırsız | She was sleeping when the robber broke the window. | Soyguncu pencereyi kırdığında o uyuyordu. |
| ↑↑↑ | 3 | to look for | aramak | The robber was looking for money in the bedroom when I was in the kitchen. | Ben mutfaktayken, soyguncu yatak odasında para arıyordu. |
| ↑↑↑ | 4 | to catch | yakalamak | The robber was looking for money when the police caught him. | Soyguncu parayı ararken polis onu yakaladı. |
| ↑↑↑ | 5 | to escape | kaçmak | The robber could escape the police. | Soyguncu polisten kaçabilirdi. |
| ↑↑↑ | 6 | to rob | soymak | The robber robbed this house. | Soyguncu bu evi soydu. |
| ↑↑↑ | 7 | Crime | suç | He committed the crime. | Suçu o işledi. |
| ↑↑↑ | 8 | to cheat | kopya çekmek | He cheated during a school exam. | Okulda bir sınavda kopya çekti. |
| ↑↑↑ | 9 | stealing | çalma | Stealing money is a crime. | Para çalmak bir suçtur. |
| ↑↑↑ | 10 | defendant | sanık | He is a defendant in the crime. | O, bu suçun sanığıdır. |
| ↑↑↑ | 11 | court | mahkeme | The defendant appeared in court. | Sanık mahkemeye çıktı. |
| ↑↑↑ | 12 | guilty | suçlu | The court found him guilty. | Mahkeme onu suçlu buldu. |
| ↑↑↑ | 13 | to apologize | özür dilemek | The defendant has never apologized. | Sanık hiç özür dilemedi. |
| ↑↑↑ | 14 | victim | mağdur / kurban | The victim has never received an apology. | Mağdurdan hiç özür dilenmedi. |
| ↑↑↑ | 15 | witness | tanık | The witness has never been to court. | Tanık hiç mahkemeye gitmemiş. |
| ↑↑↑ | 16 | judge | yargıç | The judge has never seen such a crime. | Yargıç hiç böyle bir suçla karşılaşmamış. |
| ↑↑↑ | 17 | suspect | şüpheli | The suspect has never seen the witness before. | Şüpheli, tanığı daha önce hiç görmemiş. |
| ↑↑↑ | 18 | innocent | masum | The suspect is innocent. | Şüpheli masumdur. |
| ↑↑↑ | 19 | to commit suicide | intihar etmek | The victim planned to commit suicide. | Mağdur intihar etmeyi planladı. |
| ↑↑↑ | 20 | to confess | itiraf etmek | The defendant confessed that he stole money from the victim. | Sanık, mağdurun parasını çaldığını itiraf etti. |
| ↑↑↑ | 21 | to deny | reddetmek | The suspect denied committing the crime. | Şüpheli, suç işlediğini reddetti. |
| ↑↑↑ | 22 | to admit | kabul etmek | The defendant admitted that he robbed the victim's house. | Sanık, mağdurun evini soyduğunu kabul etti. |
| ↑↑↑ | 23 | case | dava | The judge decided that he is guilty in this case. | Yargıç, bu davada onun suçlu olduğuna karar verdi. |
| ↑↑↑ | 24 | to prove | kanıtlamak | He proved that he is innocent. | Masum olduğunu kanıtladı. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 48 | 1 | fever | ateş | If the body temperature is more than 40 degrees, you have a fever. | Vücut ısınız 40 dereceyi aşarsa, ateşiniz vardır. |
| ↑↑↑ | 2 | diabetes | şeker hastalığı | If you eat too many sweets, you will get diabetes. | Çok fazla tatlı yerseniz şeker hastası olursunuz. |
| ↑↑↑ | 3 | diarrhea | ishal | If you eat spoiled food, you will get diarrhea. | Pis yiyecekler yerseniz ishal olursunuz. |
| ↑↑↑ | 4 | to sit | oturmak | If you sit for a long time, you will get a backache. | Çok uzun süre oturursanız sırtınız ağrır. |
| ↑↑↑ | 5 | healthy | sağlıklı | If I eat more vegetables, I will be healthy. | Daha çok sebze yersem sağlıklı olurum. |
| ↑↑↑ | 6 | possible | mümkün | If it is possible, I will go home. | Mümkünse eve gideceğim. |
| ↑↑↑ | 7 | to exercise | spor yapmak | If possible, you should exercise every day. | Mümkünse her gün spor yapmalısın. |
| ↑↑↑ | 8 | fresh | zinde | If you do yoga every day, you will look fresh. | Her gün yoga yaparsanız zinde görünürsünüz. |
| ↑↑↑ | 9 | in good shape | formda | If you go to the gym often, you will be in good shape. | Spor salonuna daha sık giderseniz formda olursunuz. |
| ↑↑↑ | 10 | necessary | gerekli | If necessary, I will fix the car by myself. | Gerekirse arabayı kendim tamir edeceğim. |
| ↑↑↑ | 11 | headache | baş ağrısı | If I had slept earlier last night, I would not have a headache now. | Dün gece daha erken uyusaydım, şimdi başım ağrımazdı. |
| ↑↑↑ | 12 | stomach ache | mide ağrısı | If I had eaten less last evening, I would not have a stomach ache now. | Dün akşam daha az yeseydim, şimdi midem ağrımazdı. |
| ↑↑↑ | 13 | shoulder pain | omuz ağrısı | If she had not worked too long, she would not have shoulder pain now. | Çok uzun saatler çalışmasaydı, şimdi omzu ağrımazdı. |
| ↑↑↑ | 14 | to brush one's teeth | diş fırçalamak | If I had brushed my teeth everyday, I would not have a toothache now. | Dişlerimi her gün fırçalasaydım, şimdi dişim ağrımazdı. |
| ↑↑↑ | 15 | to shower | duş yapmak | If I didn't shower after exercise at night, I would not sleep well. | Dün akşam spordan sonra duş almamış olsaydım, iyi uyuyamazdım. |
| ↑↑↑ | 16 | pain killer | ağrı kesici | If I had taken pain killers, I would not have felt so much pain yesterday. | Ağrı kesici alsaydım, dün o kadar çok ağrı hissetmezdim. |
| ↑↑↑ | 17 | to recover | iyileşmek | If I had taken medicine yesterday, I would have recovered by now. | Dün ilaç alsaydım, şimdiye kadar iyileşmiş olurdum. |
| ↑↑↑ | 18 | operation | ameliyat | If I hadn't had the operation, I wouldn't have recovered from the pain. | Ameliyat olmasaydım, ağrılarım geçmezdi. |
| ↑↑↑ | 19 | treatment | tedavi | If I had had more money, I would have started the treatment. | Daha fazla param olsaydı, tedaviye başlardım. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 49 | 1 | Birthday | Doğum günü | I wish you a happy birthday. | Doğum günün kutlu olsun. |
| ↑↑↑ | 2 | to celebrate | kutlamak | We will celebrate my birthday at my apartment tonight. | Doğum günümü bu gece benim evimde kutlayacağız. |
| ↑↑↑ | 3 | October | Ekim | My birthday is on 25 October 1972. | Benim doğum tarihim 25 Ekim 1972 |
| ↑↑↑ | 4 | Anniversary | yıl dönümü | We wish you a happy anniversary. | Size mutlu bir yıl dönümü dileriz. |
| ↑↑↑ | 5 | Housewarming | yeni eve taşınma partisi | We planned to have our housewarming celebration this Summer. | Yeni eve taşınma partisini bu yaz yapmayı planladık. |
| ↑↑↑ | 6 | exam | sınav | I hope that you pass your university entrance exam! | Umarım üniversite giriş sınavını geçersin! |
| ↑↑↑ | 7 | scholarship | burs | He hopes he will get a scholarship from Japan. | Japonya'dan bir burs almayı umuyor. |
| ↑↑↑ | 8 | to fail | başarısız olmak | I hope we will not fail the exam. | Umarım sınavda başarısız olmayız. |
| ↑↑↑ | 9 | smooth | sorunsuz | I hope your interview goes smoothly. | Umarım görüşmen sorunsuz geçer. |
| ↑↑↑ | 10 | to improve | geliştirmek | I hope I can improve my speaking skills soon. | Umarım konuşma becerilerimi kısa zamanda geliştirebilirim. |
| ↑↑↑ | 11 | to wish | dilemek | | |
| ↑↑↑ | 12 | promotion | terfi | I wish I could get a promotion to be the manager soon. | Keşke kısa zamanda müdürlüğe terfi edebilseydim. |
| ↑↑↑ | 13 | to become | olmak | They wish they could become parents soon. | Kısa zamanda çocuk sahibi olabilmeyi diliyorlar. |
| ↑↑↑ | 14 | to study hard | çok çalışmak | She became a doctor because she studied hard. | Çok çalıştığı için doktor oldu. |
| ↑↑↑ | 15 | training | eğitim | He became a manager because he went to the training often. | Sık sık eğitimlere gittiği için müdür oldu. |
| ↑↑↑ | 16 | wedding | düğün | I hope you can come to my wedding in January. | Umarım Ocak ayında düğünüme gelebilirsin. |
| ↑↑↑ | 17 | wedding cake | düğün pastası | I hope I can have a big wedding cake on my wedding day. | Umarım düğünümdeki düğün pastası büyük olur. |
| ↑↑↑ | 18 | wedding ring | alyans | He hopes she will like the wedding ring that he bought. | Aldığı alyansı beğeneceğini umuyor. |
| ↑↑↑ | 19 | celebration | kutlama | He hopes that the guests will enjoy the wedding celebration. | Konukların, düğün kutlamalarından keyif alacağını umuyor. |
| ↑↑↑ | 20 | Invitation letter | davetiye | I hope I can send out 100 invitation letters today. | Umarım bugün 100 davetiye gönderebilirim. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
| 50 | 1 | to stop | durmak | I wish it would stop raining. | Keşke yağmur dursa. |
| ↑↑↑ | 2 | to love | sevmek | I wish he would love me one day. | Keşke beni bir gün sevse. |
| ↑↑↑ | 3 | to come back | geri gelmek | I wish she would come back to me. | Keşke bana geri dönebilse. |
| ↑↑↑ | 4 | to remember | hatırlamak | I wish he would remember her. | Keşke onu hatırlasa. |
| ↑↑↑ | 5 | rich | zengin | If I were rich, I would buy a big house. | Zengin olsaydım büyük bir ev alırdım. |
| ↑↑↑ | 6 | angry | kızgın | If she were that woman, she would be very angry. | O kadının yerinde olsaydı çok kızardı. |
| ↑↑↑ | 7 | to win | kazanmak | If he were strong, he would win. | Güçlü olsaydı kazanırdı. |
| ↑↑↑ | 8 | to forgive | affetmek | If I were you, I would not forgive him. | Senin yerinde olsaydım onu affetmezdim. |
| ↑↑↑ | 9 | monkey | maymun | If I were a monkey, I would only eat bananas. | Maymun olsaydım sadece muz yerdim. |
| ↑↑↑ | 10 | villa | villa | I wish that I had a villa. | Keşke bir villam olsaydı. |
| ↑↑↑ | 11 | Spanish | İspanyolca | I wish I could speak Spanish, so I could talk to him. | Keşke İspanyolca bilseydim, o zaman onunla konuşabilirdim. |
| ↑↑↑ | 12 | attention | dikkat | I wish I had paid more attention to my health. | Keşke sağlığıma daha fazla dikkat etseydim. |
| ↑↑↑ | 13 | to spend time | zaman harcamak / vakit geçirmek | I wish I had spent more time reading books. | Keşke kitap okumaya daha fazla zaman ayırsaydım. |
| ↑↑↑ | 14 | fun | eğlence /neşe | Have fun! | Sana iyi eğlenceler dilerim. |
| ↑↑↑ | 15 | happiness | mutluluk | I wish you happiness. | Sana mutluluklar dilerim. |
| ↑↑↑ | 16 | health | sağlık | I wish you good health. | Sana sağlık dilerim. |
| ↑↑↑ | 17 | success | başarı | I wish you success in your study. | Çalışmalarında başarılar diliyorum. |
| ↑↑↑ | 18 | luck | şans | I wish you luck. | Sana şans diliyorum. |
| Lesson | Item | English | Vocabulary | English Phrase | Phrase |
|---|
